Antalya denince aklınıza ne geliyor? Turkuaz deniz mi, tarihi şehirler mi, yoksa yanık bir güneşin altında uzanan sahiller mi? İyi de, ya mutfağımız?
Sahi, neden Antalya’nın yemekleri yeterince tanıtılmıyor? Herkes tantuniyi, kebabı ezbere bilir de, neden piyazımızı anlatan çıkmaz?
Oysa Antalya mutfağı, Akdeniz’in güneşini tabağa taşıyan mütevazı ama leziz yemeklerle dolu. Başlayalım en meşhurundan: Antalya usulü piyaz. Sadece fasulye, soğan, domates derseniz haksızlık olur. Onu Antalya’ya özel kılan, içine giren tahin ve sirke. Bu tatlımsı ekşi uyum, alışılmışın dışında ama bir o kadar da bağımlılık yapıcı. Yanına bir de ızgara köfte eklediniz mi, tamamdır!
Sırada hülüklü çorba var. İsmi ilginç, tadı daha da ilginç! İçinde nohut, et ve incecik hamur parçaları var. Eskiden düğünlerin vazgeçilmeziydi, şimdiyse giderek unutuluyor. Oysa bir kaşık aldığınızda, o sıcak ve doyurucu lezzet geçmişin sofralarına götürüyor insanı.
Sonra bir de serpme börek var. Bildiğiniz su böreğinden biraz farklı. Hamuru incecik açılıyor, bol tereyağıyla çıtır çıtır kızartılıyor. Yanında köpüklü bir ayran ya da mis gibi bir fincan çay varsa, keyfinize diyecek yok.
Tatlısız olmaz. Kabaktan tatlı mı olur? diyenlere, evet, hem de nasıl olur! diye cevap veriyoruz. Antalya’nın kabak tatlısı, tahin ve cevizle süslenince tam bir lezzet şölenine dönüşüyor. Hele bir de yanında sıcak bir fincan tarçınlı kahve varsa, işte o zaman gerçek bir Akdeniz akşamı yaşarsınız.
Peki ya deniz mahsulleri? Gözden kaçan ama sahil kasabalarımızın incisi olan balık çorbası ve karides güveç neden daha çok anlatılmıyor? Kaş, Kalkan, Finike kıyılarında yakalanan taptaze balıkların lezzeti, öyle her yerde bulunmaz.
Antalya’nın lezzetleri anlatılmalı, yaşatılmalı. Çünkü mutfak, sadece karın doyurmak değil, bir kültürü yaşatmanın en lezzetli yolu. O yüzden, restoranlarda sadece klasik kebaplara yönelmek yerine, bir gün olsun Antalya’nın öz mutfağını tatmayı deneyin. Kendi şehrimizin değerlerini biz anlatmazsak, kim anlatacak?
Haydi bakalım, ilk durağınız neresi olsun?
