Dracula, adını duymayan yoktur. Vampirlerin babası, karanlıkların prensi, ölümsüzlük arayışının en korkutucu sembolü…
Ancak bu efsanenin kökleri sandığımızdan çok daha derinlere, tarihi karanlık ve kanlı sayfalarına uzanıyor…
Dracula, 15. Yüzyılda günümüzde Romanya’da bulunan Eflak prensi Vlad Tepeş ya da diğer adıyla Kazıklı Voyvoda… Vlad, Osmanlılara karşı savaşlarıyla tanınmış ancak onu efsaneleştiren şey ise düşmanlarına karşı uyguladığı korkutucu cezalandırma yöntemleriydi; kazığa oturtma…
Gelin, ‘Dracula’ adının nereden geldiğine bakalım, Vlad’ın babası Vlad Dracul, Ejderha Tarikatı üyesiydi. Dracul, Rumen dilinde ‘ejderha’ anlamına geliyordu ancak halk bu isme başka bir anlam yüklenmişti: ‘Şeytan’. Oğul Vlad ise ‘Dracula’ yani ‘ejderhanın oğlu’ ya da ‘şeytanın oğlu’ olarak anılmış. Vlad’ın zalimliği bu ad ona yakışmıştı.
Gelelim asıl olaya, Dracula’nın adı nasıl birden ünlendi? İşte öykümüz burada başlıyor.
Çağdaş ‘Dracula’ efsanesi, asıl olarak 1897’de yayımlanan Bram Stoker’ın ‘Dracula’ romanıyla şekillendi. Storker, Transilvanya’nın mistik atmosferini, eski efsanelerini ve dönemin korku hikâyelerini harmanlayarak ‘Gotik’ edebiyatın en unutulmaz figürlerinde ilk sırada yerini aldı.
Daha sonra 1931 yılında Bela Lugosi’nin başrolünü oynadığı Dracula filmi, karakteri sinema dünyasında ölümsüzleştirdi. Lugosi’nin aksanıyla söylediği ‘BEN ASLA ŞARAP İÇMEM’ sözleri hala sinema dünyasının aklında kalmıştır.