Bir futbol maçı için “koskoca” profesör 500 yıl önceki davayı gündeme taşıyan çocukça bir twit atıyor. Viyana’yı almışız, vs.. Günümüzün spor karşılaşmalarını minimal savaşlar ve güç gösterileri olarak görebiliyoruz.

Geçen hafta Kayseri’deki istenmeyen olaylar sırasında işyerlerini, evleri taşlayanlar bozkurt işareti yaparak tekbir getiriyorlardı. O sıralarda kuzey Suriye’de bayraklarımızı yakanlar, askerlerimize ateş edenler de tekbir getiriyorlardı.

Avusturya’ya iki gol atan futbolcumuz önce dua eder gibi dizlerinin üstünde ellerini havaya açtı. Sonra işaret parmaklarını havaya kaldırarak koştu. Sonra da iki eliyle bozkurt işareti yaptı. Bize gol atan Avusturya’lı futbolcu da haç işareti yaptı.

Semboller ve simgeler bütün yaşamımızı sardı. İnsan sayıca çoğaldıkça sığlaşıyor. Basit düşünüyor. Zaten kaynaklar insanların nüfus artış hızına yetişemiyor.

PR profesyonelleri bu durumu çok iyi manipüle ediyorlar. Basit düşünen yoksul kişilere iş, aş ve “logolu” bir tişört verdiğinizde mutlu olur.

Bu logo işleri, taa kadim zamanlardaki kabile işaretlerinden bu yana iş görüyor. Bunu en iyi reklamcılar bilirler. Reklamcılar o zamanlarda da vardı. Benzer etkilerle insanları ve toplulukları manipüle ederek kendilerine ya da patronlarına çıkar sağlıyorlardı.

Gelelim günümüze.

Toplu sporlar bahsettiğim işaretleri ve renkleri en çok kullanan ve en fanatik taraftarları bir arada tutan mecralardır. İşaret+renk+slogan… Üzerine biraz aidiyet duygusu, topluluk güveni ve biraz Vandalizm sosu döktüğünüzde kelebek için ışık neyse insan için de spor taraftarlığı odur.

Tarihe baktığımızda; her kabilenin, her milletin ya da devletin böyle semboller, sloganlar ve renkler kullandığını görüyoruz. Alt kültürde ise alt kimlikler, siyasi partiler, stk’lar, hatta ilkokul çocuklarının kurdukları oyun takımlarına kadar iner bu renk, işaret, logo, slogan aşkı.

Sürekli canlı ve dinamik kalması gereken siyasi oluşumlarda çok daha önemli hale gelir. Hitler’in de sembolü, sloganı ve el işareti vardı, Özal’ın da, Erbakan’ın da, Türkeş’in de.

Dünya küçülüp internetten herkes birbirini görmeye başlayınca konuyla uzaktan yakından ilgisi olmayanlar da sırf görselliğinden hoşlandığı için bu işaretleri taklit edebiliyorlar.

Bunların doğadan ve eski kültürlerden alınması ve çoğunun hayvan taklitlerine dayanması da doğal bir yaklaşım bence. Bizde Türk mitolojisi kaynaklı kurt figürü öne çıkıyor. Başka kültürlerde de kurt figürü öne çıksa da dünyadaki genel geçer algı kurt sembolünün Türk topluluklarıyla özdeşleştirilmesidir.

Benim bakışımla doğadan esinlenilen ve kullanılan sembol, renk ve işaretlerin bir sakıncası yoktur. Ancak sorun, geniş kitlelerin benimsediği bir sembolün bir siyasi grup tekelinde olmasıdır. O işareti yaparak insanların canını yakarsanız, insanlar ondan nefret eder. Oysa kurt simgesini ülkemizdeki bir siyasi parti dışında eski yaşam alanlarımızda Orta Asya’dan Hindistan’a, İran’a kadar birçok topluluk kullanmaya devam ediyor. Türkiye’deki algının dışında bir durum var orada.

Ne yapılır, nasıl çözülür bilmem. Ama Avusturya’da geçmişte bu işaretin yasaklanması gerçeği de ortada duruyor. Demokrasinin göbeğinde işaret yasaklamak da tartışılabilir. Futbolcumuz bu hareketi o yasağa tepki olarak mı yaptı? O da bilinmez. “Ne mutlu Türküm diyene” diye röportaja başlarken “Türkiyeli” diyenlere gönderme mi yaptı? Onu da bilmiyorum. Ama yine de golleri güzeldi.

Her kesimden kıyasıya eleştirildi. Destek verenler de oldu. Kişisel görüşüm futbolcumuz bu kadar siyasi polemiğe dönüşeceğini bilse, insanların üzerine alınacağını, incineceğini düşünse o davranışı yapmazdı.

Bu konu o kadar çok tartışıldı ki; Ekümenik imza,  TÜİK’in yalan enflasyonu arada kaynadı gitti.

Ortalık barut fıçısı gibi. Herkes bir geçim endişesi, gelecek kaygısı içinde. Coğrafyamız için gündem çok hızlı değişiyor. Takip etmek, yetişmek mümkün değil.

Gördüğünüz gibi hepimizin kafası karışık. Böyle zamanlarda Atatürk’ün duruş ve davranışlarını gözden geçirmekte yarar var. Bu ülkede herkes oraya buraya savrulsa da Atatürk’e dönüyor sonuçta. Sağlıcakla…