Antalya… Bir yanında Akdeniz’in masmavi suları, diğer yanında Torosların görkemli dağları.
Bu topraklar, binlerce yıllık tarihin izlerini taşırken, her köşesi başka bir hikaye fısıldar. İşte bu hikayelerin bir kısmı, düğmeli evlerin ve Likya evlerinin taş duvarlarında saklıdır.
Düğmeli evler… Akseki, İbradı, Ormana gibi Antalya’nın kuzeybatısındaki köylerde karşımıza çıkar bu zarif yapılar. Adı üstünde, düğme gibi duran ahşap hatıllarıyla tanınır. O düğmeler, duvarlardan dışarıya doğru uzanan ve adeta “Buradayım!” diye haykıran ince uzun ahşap kirişlerdir. Bu evler, Toros Yörüklerinin doğayla iç içe yaşam biçimini, pratik zekâlarını ve zorluklara karşı dirençlerini simgeler. Her biri doğanın sunduğu taş ve ahşaptan inşa edilmiş; sıcak yaz günlerinde serin, soğuk kış günlerinde sıcak kalacak şekilde tasarlanmıştır.
Likya evleri ise bambaşka bir dünyayı anlatır bize. Kaş, Demre, Patara gibi kıyı kasabalarında karşımıza çıkar. Düz damları, taş temelleriyle daha anıtsal, daha eski bir zamandan gelir. Likyalılar, dağların eteklerinde veya denize bakan yamaçlarda yaşamışlardır; hem karanın sertliğini hem de denizin özgürlüğünü simgelercesine. Likya evleri, kaya mezarları ve lahitlerle birlikte antik dönemin mistik havasını taşır. Bir zamanlar Likya’nın şehir devletlerinin sakinlerinin yaşamlarını sürdürdüğü evler, bugün sadece taş duvarlarıyla geçmişe bir pencere açar bizlere.
Peki, bu iki yapı arasında bir bağ var mı? Aslında, düğmeli evler ve Likya evleri doğrudan bağlantılı değil. Ancak, her ikisi de aynı toprakların ürünü; aynı güneşin altında, aynı rüzgarın savurduğu yaprakların arasından süzülen iki farklı hikaye. Ortak olan, yerel malzemelerin kullanımı ve bu toprakların insanlarının, doğaya karşı gösterdikleri muazzam uyum.
Antalya’nın bu iki yüzü, birbirinden farklı ama bir o kadar da büyüleyici. İster Akseki’de bir düğmeli evin serin gölgesinde oturun, ister Patara’da bir Likya evinin taş duvarlarına dokunun… Her ikisi de aynı anda hem tanıdık hem de yabancı, hem geçmişten hem de bugünden birer parça sunar size. Antalya’nın iki farklı dünyasının buluştuğu bu noktada, belki de en güzel olan, her ikisinin de hala bu topraklarda nefes alıyor olmasıdır.
Bir gün yolunuz Antalya’ya düşerse, bu iki hikayeyi dinleyin. Çünkü Antalya, ancak onu dinlerseniz, size gerçek yüzünü gösterir.