Aksa Tufanı adı verilen saldırı bütün dünyayı şok etti.  

İsrail’de ırkçı/faşist unsurlardan oluşan tarihinin en sağcı, en gerici hükümeti kuruldu. Bu faşist hükümete karşı halkın değişik kesimlerinden tepkiler yağıyor. Netanyahu daha otoriter bir rejime geçmeye çalışıyor. İçerdeki sıkışmışlıktan çıkmak için Hamas’a yol verip vermediği henüz bilinmiyor. Ancak ileride bunlar açığa çıkacaktır. Siyaseten bitmekte olan Netanyahu, saldırıyı fırsata çevirerek kendi karşı darbesini örgütlediği bir gerçek. Saldırıyı fırsata çevirmek istese de, uluslararası kamuoyunda yaratılan yenilmez İsrail Ordusu algısı da kırıldı. Bunun bölge halkları üzerinde de sonuçları olacaktır.  Büyük İsrail korku duvarının yıkılmasıyla halklarda kendine güven duygusu artacaktır.

Ancak İsrail bir intikam duygusuyla saldırıya geçti. Saldırının 12. günündeyiz. Kara harekatını bir türlü başlatmıyor. Zamana yaymasının nedeni bir plan dahilinde Gazze’nin insansızlaştırılması, boşaltılması projesi. Sonra yeniden burayı yahudi yerleşimcilere açacak. Ancak Hamas saldırısından sonra İsrail bölgeye yeni yahudi yerleşimcileri bulmakta da zorlanacaktır diye düşünüyorum.

Aksa Tufanı operasyonu ile Hamas ve İslami Cihad gibi radikal İslamcı örgütler ön plana çıksa da Filistin’de saldırıya katılan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, El Fetih ve Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi gibi sol/laik karakterli başka direniş örgütleri de var. Ancak bu örgütlerin anti-kapitalist, anti-emperyalist bir mücadele verdikleri söylenemez.

Hamas ve İslami Cihad gibi örgütlerin sicillerinin, gerici Arap rejimlerinden İsrail ve ABD’ye uzanan bir geçmişe sahip oldukları bilinmektedir. Özellikle Hamas, Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin ilerlediği sol çizgiyi baltalamak için kurulmuştur. Bu örgütlerin Filistin halkının beklentilerine yanıt vermesi mümkün değildir.  Filistin sorununu ne laik karakterli El Fetih, ne de yozlaşmış Filistin yönetimi çözebilir. Sorun tam da bu dönemde Filistin davasının devrimci bir önderlikten, iradeden yoksun oluşudur.

Filistin sorununa  “medeniyeteler savaşı” ve her türlü etnik, dinsel, mezhepsel temeller üzerinden bakamayız. Bunları aşan devrimci bir perspektifle bakmalıyız. Filistin sorunu toprakları işgal edilen bir halkın işgale karşı verdiği haklı bir kurtuluş mücadelesi olmasının yanında, emperyalistlerin Orta Doğu’da yürüttükleri hegemonya mücadelesi ve bölgesel güç odaklarının çıkarlarını da içeren çok yönlü tarihi bir sorundur. Çözümü, imhacı siyonist İsrail – batılı emperyalist savaş ittifakına karşı, Filistin ve İsrail halkının barış ve demokrasi taleplerini tüm dünyanın demokrasi ve barış güçleri ile birleştirerek, dayanışarak yürütüldüğü ölçüde mümkündür. Bu gerçekleşmedikçe Filistin sorunu hayal kırıklığı ve büyük acılarla kendini tekrar etmeye devam edecektir.

Arap dünyası da 75 yıllık süreçten, tüm bu olup bitenlerden doğrudan sorumludur. Geleceklerini emperyalistlere bağlılıkta gören ve bu konuda birbirleriyle yarışa giren Arap hanedanları şimdi bir sınav verecek. Ya emperyalist dalkavukluğuna devam edecekler ya da İsrail ile normalleşme süreçlerine son verecekler. Her zaman yaptıkları gibi timsah gözyaşları dökmek ve kınamak yerine, ülkelerinin kamuoyunda İsrail saldırılarına karşı yükselen tepkilere kulak verip bölgede ABD emperyalizmi ve imhacı İsrail’in cesaretini kıracak, caydırıcı karşı radikal kararlar almalıdırlar.  .

Türkiye olabilecek en zayıf dönemde bu olaylara hazırlıksız yakalandı. Savaş, Türkiye ekonomisinin tarihindeki en kırılgan ekonomik dönemlerinden birine denk geldi. Balkanlardan, Orta Doğu’ya, oradan Kafkaslara uzanan iç içe geçmiş sorunlarımız daha da fazla birbirini tetikleyerek yeni krizlere dönüşebilir. Tüm çabalara rağmen böylesi bir risk artışı karşısında “yabancı yatırımcı” kendini beklemeye alacaktır. Savaşın genişlemesi halinin artması petrol, altın, döviz piyasalarında oluşacak yeni fiyatlandırmalar, Türkiye ekonomisine başa çıkamayacağı ölçekte bir darbe vurabilir.

Daha bundan birkaç yıl önce Filistin sancağını kimseye vermeyen iktidar, yeni durum karşısında Filistin’e yönelik destek söyleminden uzaklaşarak Mısır ve Suudi Arabistan gibi taraflara itidal çağrısı yaptı. İktidar tarafından bir denge politikası oluşturuldu. Erdoğan dünyayı ikiyüzlülükle suçladı. Oysa Türkiye kınamalarla dolu sözler etse de tek yaptığı üç günlük yas ilan etmek oldu. Türkiye pek tabi kınamanın ötesinde daha radikal kararlar alabilirdi. Türkiye’deki İncirlik, Kürecik gibi üslerin kullanımını sınırlamak, Orta Doğu ülkeleri ile birlikte İsrail’e ortak ekonomik ambargo uygulamak gibi… Tek adam rejiminin bu tür kararlar almasını beklemiyorum. Türkiye bu tutumuyla, İsrail ve batılı emperyalistlerin yanında yer almış oldu.        

Pragmatik siyaset yapma tarzı AKP’nin önemli özelliklerinden biridir. Bu konuda iktidarın sicilinin bozuk olduğunu hepimiz biliyoruz. 23 yıllık tarihine baktığımızda dün dündür, bugün bugündür diyerek konjöktürel ihtiyaçlara göre hareket eden, ahlaki ve etik olmayan ilkesiz politikalarla dolu olduğunu görürüz. Tek adam rejiminin çelişkilerle dolu Filistin-İsrail politikası, yeni dramatik savrulmalarla Orta Doğu’da yükselen aleve göre şekil alacağa benziyor.