Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin altın çağını yaşamış o samimi günleri hatırlamak çok doğal olurdu.
Antalya Altın Portakal Film Festivali, sinema sanatını siyasetten uzak, saf bir heyecanla kucaklardı. O zamanlar festival, sadece ödüller dağıtılan bir etkinlik değil, sinemaseverlerin ve sanatçıların bir araya geldiği sıcak bir buluşma noktasıydı.
Eski Altın Portakalların en büyük özelliği, sahici ve samimi oluşuydu. Bir araya gelen sanatçılar, sinema üzerine uzun sohbetlere dalar, izleyiciler de bu sanat şöleninin bir parçası olmanın heyecanını yaşardı. Törenlerde kürsüye çıkan sanatçılar, politik mesajlardan uzak, eserlerine ve sinemanın büyüsüne odaklanırlardı. O yıllarda sinema, adeta bir kaçış noktasıydı; ne kadar hayat zor olursa olsun, perdede dönen hikâyeler umut ve ilham verirdi.
Festivalin sokaklarda yankılanan sesleri, bir bayram havasını andırırdı. Günümüzün hızla değişen, politikadan beslenen sert atmosferinden çok farklıydı. Bu yüzden belki de, eski Altın Portakallar dendiğinde hepimizin içinde bir özlem uyanıyor.
Altın Portakal'ın o eski günlerinde, kırmızı halıdan geçen sanatçılar sanki herkesin tanıdığı komşular gibiydi. Gösterişli kıyafetlerden ziyade, doğal bir sıcaklık ve mütevazılık vardı üzerlerinde. Halkın sevgisiyle büyüyen sanatçılar, alkışlarla festivalin gerçek yıldızları olurdu. Arada bir film arası sohbetlerinde yan yana oturup sinema konuşan insanlar, bugünün hızlı dünyasında kaybettiğimiz o samimi diyaloğu yaşardı. Sinema üzerine kurulan dostluklar, sanatı sadece bir iş ya da kariyer değil, bir yaşam biçimi olarak görmenin en güzel örneklerindendi.
Festivalin asıl ruhu, tüm bu samimiyetin yanında sinemanın evrensel diliyle şekillenirdi. Antalya sokaklarında farklı ülkelerden gelen yönetmenler, oyuncular, sinema yazarları özgürce fikir alışverişinde bulunur, sanatın insanları birleştirici gücünü deneyimlerdi. Altın Portakal’ın bir sembolü olan o altın renkli narenciye meyvesi, aslında sinema aracılığıyla kültürel zenginliğin ve hoşgörünün de bir temsilcisi gibiydi. Antalya’nın sıcak Akdeniz iklimi, festivalin ruhuna yansır, dostlukları ve sanatı adeta güneşin sıcak ışıklarıyla beslerdi.
Bugün belki de festivalin daha büyük bütçeleri, daha çok izleyicisi ve küresel etkisi var; ama o samimiyetin yerini bazen resmi bir hava, politik çıkarlar ya da rekabet aldı. O eski Altın Portakallar, sinemanın sade bir sanat olduğu, insanların siyaset veya çıkar kaygıları taşımadan sinema için bir araya geldiği dönemlerdi. Her şeyin bu kadar karmaşıklaşmadığı, sinemanın büyüsüne gerçekten inanılan bir zamandı.
Belki o günlere dönmek mümkün değil, ama o ruhu bugünün içinde yeniden yaratmak mümkün. Sinema hâlâ birleştirici gücünü koruyor. Eğer festivalin kalbinde yine sanatın saf hali ve samimi ilişkiler yeşerirse, o eski Altın Portakallar'ın büyüsünü yeniden hissetmek hayal değil.