Olayın Bakanlık tarafına bakacak olursak: düzenlemenin vatandaş ve aile hekimlerinden yana olduğu vurgulanmaya çalışılıyor.
“Kuşkusuz temel sağlık hizmetleri noktasında aile hekimliği, birinci basamakta çok mühim bir yer tutmakta olup ikinci ve üçüncü basamakla entegrasyonu sağlamakta kritik önem arz ediyor” diye de aile hekimliğinin önemine değinerek müsterih olmalarını istiyor. “Aile Hekimlerimiz Müsterih Olsunlar. Sağlık çalışanlarımızın memnuniyetinin, aynı zamanda sağlık hizmeti alan hastalarımızın memnuniyetinin ayrılmaz bir parçası olduğunu biliyoruz” diyor.
“Aile hekimliğinde neler değişti” başlığı altında ise şöyle denilmiş “Bu çerçevede, aile hekimlerine teşvik ödemesi yapılacak kıstaslara, kronik hastalık taramaları, akılcı ilaç kullanımı, kamu, özel ve üniversite hastanelerine yapılan kişi başı hekime müracaat sayısının azaltılması, aile hekimliği birimi memnuniyet oranının il oranının üzerinde olmasına ilişkin hususlar da eklendi” diyor. Ve arkasından “Yeni düzenlemeyle hekim başına düşen hasta sayısını azaltarak vatandaşlarımıza aile hekimliklerince ayrılan süreyi artırıyoruz, kronik hastalık ve kanserlere yönelik tarama ve izlemlerin etkin yapılmasını teşvik ediyoruz” diyerek bunu hekimler ve hastalar lehine bir durum gibi gösteriyor.
Şimdi tüm bu verileri incelediğim zaman benim aklıma ilk gelen soru devlet sağlık hizmetlerinden tümüyle çıkmak mı istiyor? Yani buraları bir ticarethaneye dönüştürüp yükü ve hastaları bunlara devrederek, al ne yaparsan yap mı diyor?
Bu sözleşmeden tam olarak bunu çıkaramasak bile biliyoruz ki devletimiz sağlık hizmetlerini özelleştirmekten yanadır. Devlet hastanelerini bakımsız bırakarak ve hizmeti kısarak vatandaşı özel hastanelere gitmeye adeta zorlamakta. Tüm teşviklerini özel hastanelerden yana kullanırken bunların denetimini de hakkıyla yapmamaktadır. Adeta benim vatandaşımı al senin müşterin olsun istediğin gibi soy denilmektedir.
Yani özel hastaneler birer ticarethane olup salt para kazanmayı amaçladığı için sağlık açısından bir tehdit bile oluşturmaktadır. Çünkü özel hastane buraya gelen kişi gerçekten hastamı ve bu hasta ise buna nasıl yardımcı olabilirim diye düşünmez. Bunda nasıl bir hastalık yaratıp da bundan ne kadar para koparabilirim diye düşünmektedir. Bu durum ender rastlanan istisnai bir vaka olmayıp bu hastanelere başvuran vatandaşların büyük çoğunluğunun başına gelmektedir. Ameliyat parası almak için hastayı sağlam böbrek veya dalağının alınmasına ikna edemez ise en azından birkaç gereksiz çekim yaparak para kazanmak istemektedirler. Özel hastanelerde konulan teşhislerin büyük oranda yanlış ve para kazanma amacına dönük olduğu devler hastanelerinde anlaşılmaktadır.
Devletimiz her alanda özelleştirmelere giderken, gelişmiş ülkeleri örnek almaktadır. O ülkelerde Garp kültürü olup bu işler çok düzgün yürütülmektedir. Ama biz gelişmiş bir ülke değiliz. Hukuk sistemimiz bunu karşılamamaktadır. Ahlak ve vicdan yapımız onarın düzeyinde değil. Kültürümüz kurnaz ve çıkarcı Şark kültürüdür.
Ayrıca devlet sağlığı, eğitimi, elektriği, suyu, her şeyi özel sektöre devrederse devlet ne iş yapacaktır? Oysa bir devletin en asli unsurları vatandaşı, toprağı ve bağımsızlığıdır. Eğer bir devlet insanını vatandaş olarak değil de sektörleşen kurumların müşterisi olarak görüyorsa, toprağını yüzbinlerce maden vs ruhsatı ile vahşice tahrip ettiriyorsa, parayı görünce toprağını ve vatandaşını unutup satabiliyor ve parayla vatandaşlık satıyorsa, o devler devlet olma özelliğini kaybetmiş ve bir ticarethane olmuş demektir diye düşünüyorum.
Devlet vatandaşını özel sektöre müşteri olarak gönderirken öncelikle şöyle düşünmelidir. Benim asgari ücretli vatandaşımın maaşı 17 bin lira. Özelde bir tomografi ücreti. En ucuz kreş ücreti 20 bin lira. Özelde ameliyat ise birkaç maaşı bile yetmemektedir.
Yine bakanlık bu sözleşmeyle birçok sorunu birinci basamakta çözelim, ikinci üçüncü basamakta hasta yığılması olmasın diyor. Peki sevk zinciri kurulmadan böyle bir şey olabilir mi? Örnek aldıkları gelişmiş ülkelerde aile hekimi sevk etmediği sürece 2. Ve 3. Basamak sağlık kurumlarına gidilememektedir. Oysa bizde başı ağrıyan, eli kanayan herkes her basamaktaki sağlık kurumuna gidebilmekte ve gereksiz yığılmalara neden olmaktadır. Oysa örnek alınan ülkelerden İskandinav ülkelerinde insanlar yılda ortalama üç veya dört kez, Almanya’da 5 veya 6 kez ikinci veya üçüncü basamak sağlık kurumuna giderken Türkiye’de bu sayının 30 kezden fazla olduğu söylenmektedir. Yani sorun büyük ölçüde birinci basamakta çözülmediğinden kaynaklanmaktadır.
Sonuç olarak devletin iki temel varlık nedeni can güvenliğini sağlamak ve adaleti dağıtmaktır. Can güvenliğinin sağlanması emniyet ve asayişin ötesinde vatandaşın sağlığının korunmasıyla da ilgili olup devlet sağlık hizmetinden çıkamaz. Vatandaşın sağlığını ticari kuruluşlara devredemez. Bana göre devrederse onun devletliği ve insanın vatandaşlığı tartışma konusu olur.