Bana göre bu seçimlerin en önemli sonuçlarından birincisi tüm hükümet üyeleri, ordu, yargı ve partili cumhurbaşkanı sahaya inip AKP propagandası yapmalarına rağmen, durumu değiştirememiş olması, yani kayıpta olmasıdır. Bu da şunu göstermektedir ki sandıklara sahip çıkılırsa hala seçim yoluyla iktidarlar değiştirilebilecektir. Çünkü seçim kampanyaları dönemine baktığımız zaman yasa yönetmelik, hak hukuk adalet her şey bitmiş gibi bir durum vardı.
Demokrasilerde halkın yönetime katılması ve yöneticileri belirlemesi işi seçimlerle gerçekleştirilir. Yani halk, belli bir süre için kendini yönetecek olan insanları, onların programlarını inceleyerek veya dinleyerek bir fikir sahibi olduktan sonra, beğendiği program ve kişileri seçer. Böylece demokrasinin birinci basamağı seçimle gerçekleşmiş olur.
Ayrıca, demokrasinin temel ilkelerinden olan; siyasi partiler, parlamento ve çoğunluk yönetimi gibi kavram ve kurumlar da seçimlerle birlikte anılmakta olup seçimlerin gerektirdiği ve seçimlerin sebebi veya sonucu sayılan kurumlardır. Bu yüzden düzgün bir seçim demokrasinin neredeyse üçte biridir denilebilir.
İdeal demokrasi: bir ülkede halkın yönetime tam ve kesin olarak egemen olmasıdır. Yani demokrasi olan yerde; halka yarar sağlamayan, halka rağmen, halka sorulmadan ve halkın isteği dışında, hiçbir şey yapılamaz. Hiçbir kişi veya kurum kendini halkın yerine koyamaz, halkın üstünde göremez, kendi kişisel ve keyfi davranışlarını halkın istekleriymiş gibi gösteremez.
Fakat seçim yapılmasının demokrasi açısından hayati önemine karşın, “Bir yerde seçim varsa demokrasi de vardır” diyemeyiz. Demokrasinin seçimden başka unsurları da olduğu gibi, seçimin şekli, siyasi partilerin oluşumu, seçilecek adayların saptanması, seçimlerin tarafsızlığı, seçim ortamının özgürlüğü, genel katılımın sağlanması, ortaya konan programların (vaatlerin) doğruluk ve güvenilirliği gibi konularda da halka yaklaşımın, pozitif olması gerekir.
Cumhuriyetimizi bu yönleriyle değerlendirmek gerekirse; seçimin şekli ve aday belirlemesi konularında bilmem geliştiği söylenebilir mi? Gerçi zamanla, ‘açık oy, gizli sayım’ gibi acemilikler atlatılmış, çoğunluk sisteminden nispi temsil sistemine geçilmiş, aday belirlemede ön seçim yöntemi getirilmiştir. Ve bunlar demokrasi açısından oldukça önemli gelişmelerdir.
Fakat gelişmeler içten bir demokrasi isteğiyle değil de dünyaya karşı ayıp olmasın; ya da rakibin önünü nasıl keserim, nasıl öne geçerim mantığıyla yapıldığından, samimiyetle uygulamaya konulamadığından, demokrasiye bir katkı sağlayamamıştır.
Örneğin 1965 seçimlerinde, halk iradesinin parlamentoya tam olarak yansıtılabilmesi için, nispi temsilin de ötesine geçilerek, milli bakiye sistemi ile her vatandaşın oyu en ileri düzeyde değerlendirilmişken, sonraki seçimlerde bundan vazgeçildi.
Neden vazgeçildi; ortaya istenmeyen küçük grupların temsilcileri de mi çıktı? Bunlar kimileri için öcü müydü? Bu bir araştırma konusu olarak ele alınabilir, ama yönetenlere sorarsanız bunda halkın yararının olmadığını söylerler. Oysa bu karar alınırken de kaldırılırken de halka bir şey sorulmamıştır. Sanki halkın yararını ve zararını halk kendisi değil de onlar bilmektedir.
Oysa gerçek demokrasilerde kimse kendini halkın yerine koyamaz, halka sormadan bir şey dayatamaz, halk bilmez ben bilirim diyemez. Programlarında halka açıklayıp onay aldığı konularda bile bir dayatma içine giremez. Çünkü bir partiye oy verenler, parti programının tümüne oy vermiş sayılmaz. Programda az da olsa beğenmediği durumlar da olabilir ve ayrıca o partiye oy vermeyenler de vardır.
TC. seçim sisteminde daha sonraki seçimlerde, milli bakiyesiz uygulanan nispi temsil sistemine de tahammül edemeyerek, 12 Eylül Anayasasıyla yüzde on barajı getirilince, olay yine başladığı noktaya, adeta çoğunluk sistemine geri döndürülmüştür. Bunlar halk iradesinin parlamentoya, tam olarak yansımasını önlemeye yönelik demokrasi karşıtı çabalardır. Son seçimlerde ittifaklar yoluyla yüksek baraj sistemi kısman aşılmıştır.
Ortaya konulan programların güvenilirliği açısından da demokrasimiz ilerleyen zamanla orantılı olarak güvenirlikten uzaklaşmıştır. Atatürk ya da İsmet Paşa bir şey söylüyorsa o olacaktır. Yani verdikleri sözleri mutlaka tutarlar. Bundan kimsenin kuşkusu olamaz. Oysa sonraki dönemlerdeki yöneticilerimizin söylediği hiçbir şey gerçek olmamıştır. Ne nurlu ufuklar ne ak günler ne adil düzen ne herkese iki anahtar ne de başka palavra vaatler hiç gerçekleşmediğinden, partilerin vaatlerine de güvenilememektedir ki; bu yalanlar demokraside bir geri adımdır.
Bu olayın sadece seçim boyutudur ki; demokrasilerde seçim kadar önemli başka öğeler de vardır. Örneğin parlamento, yargı bağımsızlığı, temel hak ve özgürlüklerle bunların kullanılışı, seçilenlerin denetimi (yönetilenin yöneteni sınırlandırması) şeffaflık gibi. Bütün bu değerlendirmeler de göstermektedir ki; demokrasi cumhuriyetimizin özü ve temel bir özelliği durumuna gelememiş olup cumhuriyetin üzerinde iğreti durmakta ve sürekli demokrasiden uzaklaşılmaktadır.
Bu seçimlerin en önemli özelliklerinden birisi de iktidarın Şeriat Anayasası hevesleri kursağında kalmıştır. Böylece Türkiye Orta çağ kapılarından geri döndürülerek çok büyük bir beladan kurtulmuştur. Çünkü 21. Yüzyılda şeriat demek, ülkeyi bin yıl gerilerde bir yerlere hapsetmek ve resmen intihar etmek demektir.