Kutsallığı, yetkileri, gücü ve büyüklüğü nedeniyle insanların karşısında devleşen devlete karşı, vatandaşın müdahale olanağı bir yana, hakkını alması dahi söz konusu olamayacağından, insanlar farklı yollara sapmak zorunda kalmışlardır. Çünkü devlete göre vatandaş, ya kayıtsız şartsız devletin, yani yönetenin yanında olmalıdır, ya da haindir. Bunun ortası ise maalesef olanaksızdır.
Burada devleti, yöneten olarak kabul ediyorum. Devlet ile yöneten farklıdır. Ben devletime laf söyletmem görüşü de safsatadır. Çünkü devletle yönetenin farklı algılanması bir yutturmaca olup aslında devlet yönetendir. Devlet manevi bir şahsiyet olup onun maddi varlığı onu temsil edenlerle mana bulur ve gerçeklik kazanır. Aksi halde devlet bir tanım olarak, bir yasa veya anayasa olarak yıllarca bir kitabın bir rafın içinde hiçbir aktivitesi olmadan kalır.
Örneğin faşist Almanya denildiğinde Alman yönetimi, komünist Çin denildiğinde Çin yöneticilerimi mi yoksa Almanya devleti ve Çin devleti mi gelir aklınıza. Yani yöneteni kim olursa olsun faşistlikten önce Almanya Devleti, Komünistlikten önce Çin devleti akla gelir. Yöneticisinin kim olduğunu bilen bile olmaz çoğu zaman. Ayrıca Alman devletini faşist, Çin devletini komünist yapan da zaten yönetenlerdir. Faşizm ve komünizmi aktif hale getiren hayata geçiren, orada yazılı devlet olma yetkilerini kullanan herkes devlettir. Ve bizde bu yazılı yetkiler, halktan yana değil, yetkiyi kullanandan yanadır; çağ dışı ve ilkeldir.
Dünyada herkes anayasalarını demokratikleştirip çağa ulaşmayı hedeflerken, Türkiye’nin 1961 Anayasasından ve demokrasiden uzaklaşarak, çağ dışı bir anayasa ile yönetilmesi: keyfiliği, despotluğu, dayatmayı artırdıkça, zaten içi de yeterince doldurulamamış olan cumhuriyetin içi tamamen boşaltılmış ve her türlü fenalığın yaşandığı 12 Eylül 1980 sonrasının ortamı hazırlanmıştır.
Bu ortam nasıl bir ortamdır ve kimlere yaramıştır, derseniz: öncelikle bu ortam haktan, adaletten ve samimiyetten uzak, her şeyin keyfi yöntemlere, palavraya dayandığı, dini, milli, maddi ve manevi tüm değerlerin çıkar için kullanıldığı kirli bir ortamdır. Mafya ve çete üreten, hırsızlık yolsuzluk üreten, devlette lüks ve israfa yönelen ve her şeyin ceremesini vatandaşın sırtına yükleyen bir ortamdır, Ahlaksız, vicdansız ve adaletsiz bir ortamdır.
Ayrıca sistem, kimi silah ve eroin kaçakçılarının da ekmeğine yağ sürmüş, sistemin devamı ve gelişmesi için iç savaşın bulunmaz bir nimet olduğu kavranarak, buna yöneticiler ve yandaşlar aranarak (ranta ortak edilerek) iyi, güzel ve doğruya karşı amansız bir savaş başlatılmıştır.
Devlet ise her zaman olduğu gibi çözüm yerine şiddete başvurunca, siyasiler çıkar kavgasına girince, savaşın devamı için PKK’nın mafyanın ve çetelerin, fazla bir şey yapmasına gerek kalmamıştır. Ama terör ve savaş vatandasın hak ve özgürlüklerini elinden almanın ve keyfi yönetimin gerekçesi yapılmıştır. Mafya, çete ve terörle mücadele bahanesiyle vatandaşın hak ve özgürlükleri sürekli kısıtlanırken, devlet bunlarla iş birliği içine, hatta bunların yönetimine girmiştir.
Peki, neden böyledir? Neden yarım asırdır bir önlem alınamamış ve bir çözüm üretilememiştir? Çünkü sistemde, vatandaşlık esasına dayalı bir millet kavramı ve milleti maddi bir varlık olarak kabul edip de anlaşmayı esas alan bir devlet kavramı yoktur. Ne denli kutsal anlamlar yüklense de millet kavramının içi boştur.
En önemlisi de milletin karşısındaki en büyük güç, milletin kendisidir. Millet sivilleşerek kendi haklarının peşine düşecek yerde, militaristleşerek, devlete tapmakta ve devleti daha fazla askerileştirmek, derinleştirmek, despotlaştırmak istemektedir. Gelişmiş demokrasilerde yasama, yürütme ve yargı ergleri gibi genel yönetim, yerel yönetim ve sivil toplum diye üç kuvvet daha olup bunlar birbirini denetlemekte ve dengelemektedir.
Az gelişmiş Şarklı kurnazlık yöntemlerinin egemen olduğu ülkelerde ise her şey birbirine karıştırılmış ve ayıklanması olanaksız hale getirilmiştir. Pekmezle tahini karıştırmak kolaydır ama ayırmak olanaksızdır; özellikle de şarklı yöntemlerle. Çünkü tüm güç, merkezi genel yönetimin elinde olup yerel yönetim ve sivil toplum yok veya göstermeliktir.