"Acı veriyorsa geçmiş geçmemiş demektir” Murathan Mungan
Çağlar boyunca insanlar, acı ile başa çıkabilmek için çeşitli yöntemler geliştirmiş, acıyla yaşamanın yollarını aramışlardır.
Yıllar önce eşimin bir yakınının vefatı üzerine köylerine gitmiştik. Cenaze evinde kadınlar ağlıyor, ağıtlar yakıyor, bağrışıyor ve dövünüyorlardı. Vakit öğlen olmuştu. Ortaya büyük bir sofra kurdular. Kocaman bakır bir sininin ortasına çıtır çıtır gevrek iki üç yufka ekmek koydular. Üzerine bir tencere dolusu dumanı üstünde yeşil mercimekli bulgur pilavı ve tekrar birkaç yufka daha yerleştirdiler. Yemeğin buharıyla o yufkalar yumuşacık oldu. Yanında da kocaman bir tencere şekerli su- şerbet… Sofranın etrafına toplandılar. Hep birlikte sessizce yemekler yenildi, şerbetler içildi. Sofra kalkınca herkes bir yere kıvrılıp uyudu. Kalkınca tekrar ağlamalar, ağıtlar başladı. Bense adeta donmuş gibiydim. Üzüntüden boğazımdan bir lokma bir şey geçmemişti. O arada yaşlı bir teyze yanıma geldi, kolumdan tuttu, yüzüme baktı: “Güzel kızım, ölüde yemezsen ağlayamazsın, düğünde yemezsen oynayamazsın” dedi. Anadolu'nun ortasındaki o yörük köyünde duyduğum bu söz, acıyı da sevinci de aynı terazide tartan hayatın altın anahtarı gibiydi adeta.
Kadim kültürlerde, erginlenme törenleri çocukluktan yetişkinliğe geçiş törenleridir. Bu törenler, toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya ve dinden dine de farklılıklar gösterir. Erginlenme törenleri 14-17 yaşındaki erkek çocukların yetişkinliğe adım atıkları eşiklerdir. Televizyonda görmüştüm, Afrika'da yapılan bir erginlenme töreninde bir genç, içi arı dolu bir bidonda belli bir süre kalmak ve arıların saldırılarına, acıya dayanmak durumundaydı. Sınavı başarıyla veren genç artık bir yetişkin sayılıyor, büyüklerle av partilerine katılabiliyordu. Kenya'da da Masai yerlileri sünnet olan erkek çocuklarına yaraları iyileşene kadar kadın eteği giydiriyor, küpe takıyorlardı. Tamamen iyileşince de o feminen görünümden çıkıyorlar, yetişkin bir erkek olarak toplumda yer alarak çeşitli ödüllerle taçlandırılıyorlardı.
Ezoterik öğretilerde bireyin evrenin dört elementi olan ateş, su, toprak ve hava ile ilişkilendirilen bir takım zorlu sınavlardan geçmesi gerekir. Örneğin, toprakla sınanan birey, üzerini beyaz kireçle kaplayarak ölümü canlandırmak amacıyla boş bir mezarda gece boyunca tek başına kalmak zorundadır. Bunların arasında kor ateş üstünde çıplak ayakla yürümek, çivili yatakta çıplak bedenle yatmak, su dolu bir havuzda uzun süre nefessiz kalmak gibi değişik ritüeller sayılabilir. Anadolu ezoterizminde; Bektaşilik ve Mevlevilikte tekkeye yıllarca hiçbir ücret almadan hizmet etmek, çilehanelerde günlerce çile çekmek kişinin kendisi ile olan içsel yolculuklarından bazılarıdır. Antalya'da Kalekapısı’nda bulunan Mevlevihane'ye giderseniz oradaki çile odasını görebilirsiniz. Mısır piramitlerinin en büyüğü olan Keops piramidinin de, Hermes’in müritlerince doğanın ve varlığın sırlarını araştırmanın bir yolu olan Hermetizm ile ilgili bir ezoterik okul olarak inşa edildiği belirtilmektedir. Bugün piramidin içinde bölmeler, çeşitli inisiye odaları ve salonlar tespit edilmiştir. Pisagor ve Öklid gibi düşünürler, bilginler, uzun yıllar yaşadıkları bu piramitte aritmetik ve geometri bilimlerinin sırlarına ermişlerdir. Musa Peygamber'in burada 20 yıl kadar inisiye edildiği söylenir. Yine Roma imparatorlarının tahta geçmeden önce üç ay boyunca bu okulda inisiye edildikleri rivayetler arasındadır. İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in Hira Dağı’nda bir mağarada inzivaya çekildiği ve Kuran-ı Kerim'in kendisine burada indirilmeye başlandığı kabul edilmektedir. Bütün bu zorlu yolculukların amacı, Yunus Emre'nin "Bir ben vardır bende benden içeri" ya da "Ete kemiğe büründü, Yunus diye göründü" diyerek birkaç dizeyle özetleyiverdiği, içimizdeki o “BEN”e, tasavvufta Tanrı sevgisine ulaşmak içindir. Bu yolculuğu tamamlayan insanlar artık “insan-ı kâmil”, olgun insanlardır.
Joseph Campbell'in mitsel kavramlar üzerinden ele aldığı "Kahramanın Sonsuz Yolculuğu "kitabı, birçok roman ve sinema filmine ilham olmuştur. Star Wars-Yıldız Savaşları serisinin dördüncüsü olan “Yeni Bir Umut” filmi bunlardan biridir. Kitap, kişinin kendi sıradan dünyasından çıkıp çeşitli badirelerden geçerek tamamladığı bir yolculuğu anlatır. Bu yolculuğu tamamlayan kahraman, edindiği deneyimlerle artık bambaşka biri olmuş, dünyaya bakış açısı değişmiş, her iki alemin de ustası olmuştur.
Gündelik yaşantımıza gelecek olursak, geçmişte yaşanan travmatik olaylar, kişide duygusal yaralar bırakabilir. Bu yaralar zamanla iyileşebilir, ancak tamamen geçmediğinde hala acı verebilir, bilinçaltında derin izler bırakabilir. Bu izler, kişinin günlük yaşamında bilinçli olarak farkında olmasa dahi, duygusal tepkiler ve davranışlar üzerinde etkili olabilir. Zihinsel sağlık üzerinde kalıca izler bırakabilir. Bu durum kişide anksiyete, depresyon veya travma sonrası stres bozukluğu gibi sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir.
Acının inkârı, bireylerin yüzeysel bir yaşam sürmelerine ve derin duygusal deneyimlerden yoksun kalmalarına neden olabilir. Geçmişteki acının etkileriyle başa çıkmak için içki, kumar, uyuşturucu gibi çeşitli zararı yollara başvurabilir. Acı ile başa çıkmada terapi, meditasyon, destek grupları ve kişisel farkındalık bu süreçte yardımcı olabilir.
Son olarak acıyı anlamak, kabul etmek ve uygun şekilde yönetmek, bireyin iyileşme sürecini hızlandırır ve duygusal dengeyi korur. Bu nedenle, acıyı yok saymak yerine, onu anlamak ve doğru yollarla ifade etmek sağlıklı bir iyileşme süreci için gereklidir. Kendi acısını tanıyan ve ona saygı gösteren bireyler, daha sağlıklı bir şekilde iyileşir ve zorluklarla başa çıkmak için daha güçlü bir içsel dayanıklılığa sahip olurlar. Psikiyatrist ve yazar Kemal Sayar'ın deyişiyle, "Acıyı içselleştirmek, ona anlam katmak, büyümenin ve iyileşmenin temel yollarından biridir. Acı, bir kaybın, bir yıkımın, bir kırılmanın ardından gelir. Ama eğer onu doğru anlamayı başarabilirsek, içsel gücümüzü keşfetmemiz mümkün olur." Bizler de, ancak kendi yaşamlarımızın kahramanı olarak, yolculuğumuzdan bir şeyler öğrenmeye ve mutlak bildiklerimizi dönüştürmeye başladığımızda, aslında kendimizi yeniden keşfedeceğiz. Kendi kahramanlığımızı kabul ederek, geçmişin yüklerinden arınarak ve geleceğe daha açık bir zihinle bakarak, bize açılan özgürlüğün ve gerçek gücün kapılarında kendimizle yeniden tanışacağız.