Toplumsal eşitsizlik, bir toplumda farklı gruplar arasındaki din, dil, ırk, kaynak, fırsat ve hakların adil olmayan şekilde dağılımını ifade eder.
Bu durum, belirli grupların diğerlerine göre daha avantajlı veya dezavantajlı konumda olmasına neden olur. Toplumsal eşitsizlik, çeşitli alanlarda ortaya çıkabilir ve pek çok farklı faktöre bağlı olarak şekillenir.
Karl Marx, toplumsal eşitsizliğin temelinde sınıf çatışmasını görmüştür. Kapitalist sistemde sermaye sahipleri (burjuvazi) ve işçi sınıfı (proletarya) arasındaki ekonomik eşitsizliği vurgulamıştır.
Modern düşüncenin en etkili filozoflarından biri olarak toplumsal yapıların ve güç ilişkilerinin derinlemesine analizini yapan Michel Foucault, "İnsanları eşitsiz kılan doğa değildir; eşitsizliği çıkaran toplumdur" der. Foucault, insanların doğal olarak eşitsiz olmadığını, yani doğuştan gelen biyolojik veya fizyolojik özelliklerin eşitsizliklere neden olmadığını savunur. Aksine, eşitsizliğin kaynağının toplum ve sosyal yapılar olduğunu belirtir. Limon ağacı her sene çiçeğini açar ve meyvesini verir. Meyvesinin para edip etmediğini veya bahçe sahibinin kimliğini sorgulamaz. O, kendi doğasına uygun olarak büyümeye ve meyvesini vermeye devam eder.
Foucault'nun düşüncesine göre, toplumsal yapılar, kurumlar ve güç ilişkileri eşitsizliklerin oluşmasında ve devam etmesinde kritik bir rol oynar. Toplumsal normlar, kültürel değerler ve önyargılar, toplumsal eşitsizliklerin temelini oluşturur. Eğitim sistemi, ekonomik sistem, hukuk sistemi gibi toplumsal kurumlar, belirli gruplara avantaj sağlarken diğer grupları dezavantajlı konuma itebilir. Bölgesel eşitsizlikler, coğrafi bölgeler arasındaki kaynak ve fırsat dağılımındaki farkları ifade eder. Kırsal ve kentsel alanlar arasındaki ekonomik, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi farklılıklar bu tür eşitsizliklere örnek olarak verilebilir.
Bunun yanında Foucault, tarih ve kültürün de eşitsizliklerin oluşumunda önemli faktörler olduğunu vurgular. Toplumların tarihsel süreçleri ve kültürel normları, belirli toplumsal kategorilere (cinsiyet, sınıf, ırk vb.) göre farklı muamele yapılmasına neden olabilir. Toplumsal eşitsizliklerin doğal veya kaçınılmaz olmadığını, aksine sosyal düzen ve kuralların bir sonucu olduğunu anlamamızı sağlar. Dolayısıyla, eşitsizliklerle mücadele etmek için toplumsal yapıları ve güç ilişkilerini eleştirel bir şekilde incelemek gereklidir. Foucault, toplumun yapısal düzenlemeleri değiştirildiğinde, eşitsizliklerin de azaltılabileceğini savunur. Toplumda var olan güç ilişkilerini söylem analizi yaparak çeşitli sosyal yapı ve kurumlar (hastane, bürokrasi, okul, genelev vb.) odağında araştırmalar yapmıştır. Toplumsal normlar ile iktidar odakları tarafından "anormal" olarak nitelendirilen marjinal grupları ve düşünceleri incelemiştir.
Ona göre birey, sürekli değişen iktidar yapıları içinde şekillenir ve toplumsal kurallar zamanla farklı biçimlere bürünür. Örneğin, modern toplumlarda iktidar artık zor kullanmaz; bireyleri kendi kendilerini denetlemeye zorlar (panoptikon-hapishane kavramı).Bu, bireylerin sürekli gözetim altında olduklarını düşünmeleri ve bu düşünceye göre davranışlarını şekillendirmeleri anlamına gelir. Okul, hapishane, fabrika, AVMl, mağazalar, kamusal alanlar, güvenlik kameraları, internet gözetimi, sosyal medya gibi dijital gözetim araçlarıyla bireyi kontrol altında tutar.
Foucault’nun çağdaşı olan Fransız düşünür Pierre Bourdieur de eşitsizliğin yalnızca ekonomik olmadığını, kültürel ve sosyal sermaye ile de aktarıldığını söyler. Zengin ailelerin çocukları daha iyi eğitim alır, sanata daha çok erişir ve böylece avantajlarını sürdürür. Bourdieur, "Habitus" kavramıyla bireylerin doğdukları sosyal çevrenin düşünce ve davranışlarını nasıl şekillendirdiğini açıklar. Habitus, zaman içinde değişebilir ama çoğunlukla çocuklukta kazanılan alışkanlıklarla şekillenir. Örneğin, alt sınıftan bir birey üst sınıf gibi davranmaya çalışsa bile, habitus nedeniyle bazı refleksleri onu ele verir.
Sonuç olarak toplumsal eşitsizlikler, toplumsal yapıların ve güç ilişkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkar ve devam eder. Bu eşitsizliklerin ortadan kaldırılması için, toplumsal yapıların ve kurumların eleştirel bir şekilde incelenmesi ve dönüştürülmesi gerekmektedir. Sürdürülebilir ve kapsayıcı çözümler geliştirilerek herkes için daha adil bir toplum inşa edilebilir.