Son zamanlarda, Türkiye’nin dört bir yanında bir sessizlik, bir durgunluk hissediliyor.
İnsanların yüzlerinde, sokakların hareketinde, kahvehanelerdeki sohbetlerde bile bu değişikliği görmek mümkün. Sanki bir şey eksik, sanki Türkiye o eski neşesini kaybetmiş gibi.
Eskiden Türk insanı, zor zamanlarında bile birbirine tutunur, en basit şeylerden mutluluk çıkarırdı. Kışın ortasında kar yağarken sıcacık bir çay içmek, yaz akşamlarında deniz kenarında çekirdek çitlemek, bir düğünde halay başı olmak... Bunlar belki küçük detaylar ama Türkiye’nin büyük neşesini oluşturan küçük parçalar. Bu küçük mutlulukların etrafında şekillenen kültür, her zaman zorlukları aşmanın en büyük sırrıydı.
Ama bugün, ekonomik sıkıntılar, sosyal huzursuzluklar, kutuplaşmalar, üst üste gelen krizler, insanların üzerindeki neşeyi ağır bir yorgan gibi bastırıyor. Sabah kahvesinde sohbetler daha kısa, gülüşler daha cılız, paylaşımlar daha sessiz. Artık en ufak bir krizde bile toplumun daha derin yaralar aldığını görüyoruz. Öyle ki, bazen toplumsal neşenin geri dönüp dönmeyeceğini bile sorgular hale geldik.
Oysa neşe, bir milletin ruhunu canlı tutan, direncini artıran bir kuvvettir. Tıpkı bir çiçek gibi; ne kadar kurursa kursun, biraz su ve güneşle tekrar yeşerebilir. Bugün Türkiye belki o çiçeğin kurak döneminde ama bu neşenin yeniden filizlenmemesi için bir sebep yok.
Ne yapabiliriz? Belki daha çok sohbet etmek, daha çok anlamaya çalışmak, küçücük iyilikleri çoğaltmak, birbirimize yeniden inanmaktan geçiyor çözüm. Sokaktaki çocuğun yüzündeki gülümsemeye odaklanmak, belki de hayatın en güzel anlarının basitliğinde saklı olduğunu fark etmek. Türkiye, birçok zorluğu birlikte aşmış bir ülke. Yeter ki birbirimize sahip çıkalım, yeniden gülümsemeyi hatırlayalım.
Çünkü Türkiye neşesini gerçekten kaybetmedi, sadece biraz yorgun. O neşe, bizim kalbimizde, birlikte olduğumuzda yeniden parlayacak.