Bir gün uyandık, bir de baktık ki hiç kimse vergi mergi vermiyormuş. Bir de bakıyoruz; pekmeze glikoz, çaya boya, zeytinyağına makina yağı, tahine tavuk yemi koymuşlar. Balı arısız yapmışlar. Süt ürünleri üreten firmada işçilerin süt banyosunu da görüp, süte su katanlara rahmet okuduk.

Bir başka gün uyandık, bol bol domuz eti yiyormuşuz. Hem de çok dindar iktidar partisinde etkili yerlerde bulunan bir kişinin yemek dağıtım şirketiymiş bu işi yapan. Düzce desek, sosyal politikalar, desek konu anlaşılır sanırım. Birden ülkenin en büyük köfte lokantası zincirinde domuz eti bulunduğunu öğreniyoruz. Hem de 8 ay önce saygıdeğer görevlilerimiz tespit etmişler. Ama şimdi açıklıyorlar. Çünkü Düzce’dekinin yurtlara ve fabrikalara domuz eti yedirdiği unutturulacak. Haber arada kaynayacak. Kaynadı da. Sonra da halk Köfteciye inandı ve destekledi. Ama Düzce’dekini herkes unuttu. Bu kadar büyük operasyon olsa olsa şeytan işi olabilir.

Kokain çekenlerini de gördük. ‘Biz paramızı şantaj yaparak kazanıyoruz. Allaha emanet olun’ diyenleri de izledik.

Helal şarabı zaten kanıksamıştık.

Bir tek alkollü içkilerin olmadığı(!) ve kızların saçlarının görünmediği, bunların dışında her şeyin serbest olduğu helal partileri de gördü bu gözler.

Mekke’de pozlar veren bazı hacıların(!) aslında çook modern yaşamlar yaşadığını ve bu yaşam için kazançlarını kara para ile sağladıklarını da görmüştük. Hatta tutuklanıp dokuz ayda serbest bırakıldıklarına da tanık olmuştuk.

Mafyanın çöktüğü turizm mekanlarında ‘içki satışı’ yoktur beyanları da başka bir tür yeni moda tutarlılık örneği tabi ki.

Tarikatlarda, üfürükçü odalarında aile boyu, hatta sülale boyu badelenenleri de kaldırdı bu mideler.

6 yaşında, 9 yaşında kız çocuklarıyla evlenenlerin mahkemelerinde sarık ve cübbelerle muhterem hocamıza iftira atıyorlar diyerek ağlayanlar da bir stadı dolduracak kadar kalabalıktı.

Tarikat yurtlarında yaşanan çocuk taciz ve tecavüzleri için ‘bir kereden bir şey olmaz’, ‘küçüğün de rızası vardı’ diyen bakanları da sindirebildik ya.

Bir tarafta din iman edebiyatı yapanların çocuklarını kumarhanelerde ruletin başında viski içerken de gördük, gayrı meşru çocuk peydahlarken de.

Rejimi yıkıp Osmanlıyı yeniden kuracağız diye gaza getirilen padişah torunlarının Fransa’da bikinilerini bırakıp Türkiye’de türban takarak açıklama yaptıklarını da görmesek eksik kalırdı. Meşhur bir eski futbolcunun eşinin Türkiye’de türbanla gezip Amerika’da türbansız pozlar verdiğini de gördük.

Askerden kaçmak için sahte rapor alıp -bir süre de kaçabilen- sonra da yakalanıp yine torpilli bir yerde askerlik yapanların TV ekranlarında vatanseverlik nutukları attıklarını, askeri stratejik yorumlarının milyonlar tarafından ilgiyle izlendiklerini de inkar edecek çıkmaz herhalde.

‘Çocuklarımıza değerlerimizle eğitim verelim’ diye bas bas bağıran yetkililerin kendi çocuklarını Fransa’da, İngiltere’de Amerika’da okutmalarına şaşırmıyoruz artık, değil mi?

Kimi muhalif siyasetçilerin, hukukçuların ve TV yorumcularının durduk yere 180 derece dönüş yapıp iktidar yalakası olmalarına bir anlam verebildik mi? Neden acaba?

Yakınları, yandaşları, yeğenleri işe almayı bırakın eşini, kızını, oğlunu, kardeşini yanı başında -işe gitmeden- çok maaşlı pozisyonlara getirenler utanırlar mı? Biz mi utanmalıyız ses çıkarmadığımız için?

Hiç yabancı dil bilmeyen, giyim kuşamdan, görgüden bihaber, bırakın ülkeyi kendini bile temsil edebilme yeteneğine sahip olmayan kişileri büyükelçiliklere, misyonlara, ataşeliklere atayanların itibardan bahsettiklerini her gün duyan bu kulaklar nasıl dayanıyor bu kadar saçmalığa?

İşte böyle değerli halkım. İşte böyle her türlü sahtekarlığı, iki yüzlülüğü yapıp dincilik ve milliyetçiliğin arkasına saklanarak seni ve bu güzel ülkeyi hiç durmadan soyuyorlar. Bu yüzden fakir kalmaya mahkumsun. Çünkü onların yalanlarına kolayca inanıyorsun. Düşünmüyorsun. Sorgulamıyorsun. İş işten geçmeden uyanman gerekiyor. Yoksa sonun iyi değil. Sağlıcakla…