Türkiye, bugüne dek 1994, 2000-2001, 2008 ve 2018-2022 yıllarında finansal veya ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldı. Ancak 2018'de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin devreye girmesiyle mevcut sorunlar daha da büyüdü ve krizler derinleşti. Yol açtığı tahribat katlanarak arttı.

Bu dönemde Mehmet Şimşek, ulusal ve uluslararası sermayenin isteklerini yerine getirmek için yeniden göreve getirildi. Görevi, onların varlıklarını korumak ve ihtiyaçlarına uygun ekonomik programlar hazırlamaktı. Ekonominin başına geçer geçmez, reel ekonomik politikalara dönüleceğini ve piyasa dostu bir program izleyeceklerini açıkladı. Ardından da NASS' tan dönülerek faizler yükseltildi. Uygulamada NASS’ tan dönüş yapılmış olsa da; bugüne kadar elle tutulur bir çözüm politikası ortaya konamadı. Bir yüke dönüşen Orta Vadeli Program, 6 Eylül 2023'te güncellendi. Yenilendi ama ortada uygulanan bir program yok. Seçim ekonomisi devreye sokuldu. Bu hamleler, ekonomik krizden çıkışın aksine, enflasyonu daha da körükledi. Kamuda israfa son verilmedi, tasarruf tedbirleri hayata geçirilmedi. Çünkü ekonomi yönetiminde isimlerin değişmesi, karar verici Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu sürece bir şey ifade etmiyor. Bu nedenle temel sorun, tek adam rejiminin sürdürülmesidir.

Malum, önümüzdeki en büyük siyasi tartışma konusu yerel seçimler. Seçimler, demokrasinin temel araçlarından biridir ve sistemin demokratikliğini niteleyen özelliklerdendir. Uluslararası demokrasi endeksinde sürekli gerileyen bir ülkede, seçimlerin serbest ve özgür, adil yarış koşullarında yapıldığını söylemek gerçekten saflık olur. Siyasi partiler için bir tür sınav niteliği taşıyan bu yerel seçimlerde, CHP’nin yeni yönetimi de oylanacak. Toplumdaki değişim talebinin ne kadar karşılık bulduğu görülecek.

İktidar, 14-28 Mayıs 2023 seçimleri sürecinde başvurduğu aldatma ve oyalama taktiklerine, hizmetin varlık sebebinin kendileri olduğunu öne süren tehditkar ifadelerle devam ediyor. “Asgari ücretliler ülkesine” çevirdikleri ülkede yoksulluğu gizlemeye, ekonomik verileri çarpıtarak gerçek işsizlik ve enflasyon rakamlarını saklamaya, şeriat çığlıkları ile iç siyasal gerilimleri kışkırtarak halkı gerçek gündeminden uzaklaştırmaya, “2024'ü emekliler yılı ilan etmek” gibi algı operasyonları yürütmeye çalışıyor.

İşte tam da bu yüzden 31 Mart 2024 yerel seçimleri hayati bir öneme sahip. Bu yüzden bu seçim sandığa gidip oy kullanmanın, bir görevi yerine getirmenin ötesindedir. Sosyal, siyasal ve ekonomik sonuçları olacaktır. Ayrıca bu seçim; 31 Mart sonrası Türkiye'sinin fotoğrafı olacak ve 2028 cumhurbaşkanlığı seçimleri hakkında da ipuçlarını verecektir.

Siyasetin istikrarsız olduğu bizim gibi ülkelerde, bırakın beş yılı, bir yıl sonrasını bile öngörmek mümkün değildir. Çünkü iktidar, yerel seçim sonuçlarına göre pozisyonunu belirleyecek. AKP ve Cumhur İttifakı, yerel seçimlerde büyük kentleri (özellikle İstanbul) kaybeder ve başarısız olursa, iktidarını dört yıl daha sürdüremez. Daha dengeli bir ekonomik program uygulamak zorunda kalacaktır. Bu durum, 2028 seçimlerini yakınlaştırabilir. Seçim yenilgisinin ardından derinleşen ekonomik kriz ise; erken seçimi kaçınılmaz kılacaktır.

İktidar bu yerel seçimlerde büyük şehirleri kazanırsa, bunu bir “toplumsal rıza” olarak kabul edecektir. Böylece 31 Mart'tan sonra bizi daha zor günler bekliyor olacak. Devletin tüm olanaklarını, kaynaklarını propaganda için kullanan iktidarın ilk gündemi, ek bütçe talebi ve yeni vergi paketleri olacak. Seçimin hemen ardından, yoksulluğu derinleştirecek IMF patentli ekonomik programa benzer bir acı reçete halka dayatılacaktır.

Başka neler bizi bekliyor olabilir?

Türkiye, faşizmin eşiğinde bir konumda iken, Ortadoğu diktatörlüklerine benzer bir rejime doğru savrulabilir. Mevcut otoriterleşme, kalıcı bir yapıya dönüşebilir. 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana yaşananlar, bu yöndeki eğilimleri açıkça gösteriyor.

Erdoğan-Bahçeli eliyle adım adım gerçekleştirilen “anayasal düzenin ruhuna Fatiha” hamlelerini iyi okumak gerekir. İktidar, Türk-İslam sosuyla renklendirilmiş yol haritasının oluşturduğu rejimin eşiklerini birer birer aşarken, egemen güçlerde iktidarın yarattığı dikensiz gül bahçesinde tarihin en büyük sermaye transferlerini gerçekleştiriyor.

Demokratik kurumların temsili olarak varlığını sürdürdüğü bizim gibi ülkelerde seçimler, egemen sınıfların hangi yönelimde olduğunu gösterir. Yönelimleri “faşist kurumsallaşmayı” işaret ediyor.  Ancak, yerleşik ve kalıcı bir faşist kurumsallaşmayı bir türlü gerçekleştiremediler.  14-28 Mayıs 2023 seçimleriyle yeni bir aşamaya geçmiş, bir anlamda güven tazelemiş olsa da, rejim hala kendi meşruiyetini sağlamak için seçimlere ihtiyaç duyuyor. Diğer yandan 31 Mart yerel seçim sonuçları demokrasi güçlerine fırsatlar da sunabilir.

Görünen o ki, tüm ezilenleri uzun erimli bir mücadele beklemektedir. Önümüzde uzanan mücadele dönemini başarıyla yürütmenin tek yolu; emekten, barıştan, demokrasiden yana olanları yeni bir yol haritasında buluşturmaktır.