Hafta sonları her fırsata kızlarım ve torunlarımla birlikte kahvaltı yaparız. Sabah çıtır çıtır fırından yeni çıkmış taze ekmekle keyif yaşarız. Geçtiğimiz gün yine bir sabah fırına gittim. Her zamanki gibi taze ekmeğimi ve birkaç simit almak için sıraya girdim. Sıramı beklerken gözlüklü kısa boylu kır saçlı kravatlı bir bey sıraya girmeden içeri girdi. Ekmek dağıtanlara bakarak heykel misali 3 metre uzaktan onlara bakarak durdu. Sanki heykel gibiydi ve hiç kıpırdamıyordu. Sadece çalışanlara bakıyordu. İşte o anda önümdeki adam içeri girince bende girdim. Fırın sahibi hemşerim olunca 8 yıllık tanışıklığımız nedeniyle aramızda bir arkadaşlık oluşmuştu. Zaman zaman fırsat buldukça gündemdeki olayları konuşur sohbet ederiz. Ayrıca sosyal medyadan paylaştığım köşe yazılarımı takip eder, bunun üzerine de konuşuruz.

İşte ben de bu samimiyete dayanarak içeri girerek patrona baktım. Patron içeriden poşet içinde birkaç ekmeği adama uzattı. Mahcup bir tavırla poşeti alan adama beni göstererek “Bak bu adam gazeteci, arkadaşım ve hemşerim. Gel seni tanıştırayım’’ dedi. Adam bana bakarken adeta kırmızı elma gibi kızardığını hissettim. Başını öne eğerek tamam der gibi başını salladı. Ben önce fırın sahibinin hal hatırını sorup tokalaştıktan sonra, adama da elimi uzatıp “Merhaba’’ dedim ve hep berber köşedeki masanın etrafındaki sandalyelere oturduk.

Ekmeği alan adamı anlatmaya başladı fırın sahibi. “Bu abimiz SSK emeklisi. Onca yıl hizmetinden sonra emekli oldu. Oğlu ve gelinini trafik kazasında kaybetti. İkiz torunların bakımı ona kaldı. Şimdi onlara bakıyor. Aldığı maaş 2 bin lira. Bir göz evde yaşıyorlar. Allah aşkına bu parayla adam kirayı mı ödesin, elektrik su parası mı versin, kendine mi baksın, torunlara mı baksın. Yıllarca sen topluma hizmet et gel de bu ülkede bu parayla yaşa…’’

Hikâye ilgimi ekmiş pür dikkat dinliyor bir adama bir anlatana bakıyordum. Adam karşımızda adeta titriyor sanki bu sohbetten rahatsız olmuş gibiydi.

Fırıncı daha çok şeyler anlattı. Biz sıraya girip ailemizle çıtır çıtır ekmek ve simitlerimizi yeme keyfini ailece yaşarken, o emekli adam torunlarını her gün bu fırına gelerek yarı fiyatına bir gün önceki bayat ekmeği aldığını öğrenince içim burkuldu. Boğazımda bir şeyler adeta nefesimi kesti. Fırıncıya göre yalnız değildi. Böyle 10 kadar müşterisi vardı. İçlerinde öğretmen emeklisi bile varmış.

Ben bu duygular içindeyken adamın gözü önümüzdeki vitrin dolamındaki çeşit çeşit farklı renk ve güzellikteki pastalara takıldı. Birden daldı. Gözleri kızararak, “En son ikizlerimin doğum gününü birlikte bugün kutlamıştık” demez mi?

Artık benim gözlerimdeki yaşlar sicim gibi akmaya başladı. Allahtan gözlükler bu yaşların görünmesini engelliyordu. Ya da bana öyle geldi.

Ayağa kalktı ve kibarca “Bana müsaade torunlar bekler’’ deyince biz de ayağa kalktık. Benim ekmek ve simitlerimi kasiyer kız getirip elime verdi. Bende adama uzatarak, “Ne olur beni kırmayın. 6 torunum var. Seni en iyi ben anlarım. Bu ekmek ve simitleri bugün benden götür. Bir de madem doğum günü bugün şu üsteki pastayı da ikizlere götür. Birlikte oğlun ve gelininle bir aile olduğunuz günü hatırlarsınız’’ dedim. Kabul etmedi. Kasiyer kız hızlı bir şekilde çikolatalı ve üstünde gül olan pastayı alel acele paketledi ve “İçine mumlarını da koydum’’ dedi ve pastayı adama uzattı. Fırıncı da ısrar edince onu kırmamak için olsa bile sanki mecburmuş gibi almak zorunda kaldı.

Kapıya doğru yönelirken, birden dönerek geri geldi ve bana, “Siz çok iyi bir insansınız, çok çok teşekkürler. Allah size ve torunlarınıza sağlık huzur mutluluk versin’’ dedi ve çıkıp gitti. Gözlerim buğulaştığından gidişini çok bulanık görüyordum.

Hani bize her ay 15 kilo et yiyen halkımız diyenler, kapıcının bile arabası var, herkesin elinde pahalı telefonlar var, biz uzaya çıkıyoruz, ülkemiz bilmem kaç kat büyüyor, porsiyonlarınızı küçültün diyenler aklıma geldi ve…

Kim insan…

Kim büyük…

Emeklinin içinde bulunduğu durumu canlı bir şekilde gözyaşlarıyla yaşamıştım.

Ağlamıştım evet…

Çünkü ben İnsanım….

Ya onlar…

Selam olsun ben insanım diyenlere…