Hürriyet Gazetesi 1984’lü yıllardı. Oktay Ekşi liderleri takip eden yazardı. Hürriyet’in ilk bürosu Vakıflar İşhanı 3. kattaydı. Erdoğan Kahya büro şefiydi. Cumhuriyet Caddesi’nde Rahmetli Bülent Ecevit konuşma yapıyordu. Ekşi bana doğru dönerek “Genç meydana git konuşmayla ilgili notlar al ve acele bana ulaştır” dedi.
Ecevit’in konuşmalarından önemli olan konuları hızla not alıyordum. Konuşma biter bitmez ofise geldim. Ben notu uzattığımda yazarımızın çoktan köşe yazısını yazdığını gördüm. Bana yazdığını göstererek, “Bak bakalım eksik bir şey var mı?” diye sordu. Baktığımda şaşkınlığım 2 katına çıkmıştı. Konuşmanın aynısı elimdeydi. Sebebini sorduğumda bana, “Her yerde aynı konuşmalar yapılır. Maalesef liderlerimiz ülke sorunlarıyla ilgili farklı siyasi konuşma yapamıyor” dedi.
İşte o anda Cumhuriyet Bayramı nedeniyle meslek büyüğümüz Sökmen Baykara’nın paylaşımı aklıma geldi.
Fransa’da çok meşhur bir sözlük vardır; Larousse. Bu sözlükte bir kelime var; "décapiter".
Bu kelime, 1931 yılındaki sözlükte; "Boynunu vurmak" diye ifade ediliyor. Kelimenin bir başka anlamı daha var; "Kazığa oturtmak" yani sivri bir kazık hazırlamak ve kazığın bir ucu insanların ağzından çıkacak şekilde üzerine oturtmak.
Vahşi bir uygulama.
Burada, kazığa oturtmak deyiminin manasını açıklığa kavuşturmak için örnek veriliyor: "Türkler, bugün bile esirlerini kazığa oturturlar".
Atatürk bunu öğrenince, Fransız Büyükelçisi"ni yemeğe davet ediyor.
Elçi, diğer elçilere böbürleniyor, hava atıyor; Atatürk tarafından davet edildiği için. Köşke geliyor, yemekler yeniyor. Atatürk tabii bir şekilde, Elçiye bu kelimenin anlamını soruyor. O da bildiği anlamı söylüyor.
Atatürk;
"Kelimenin başka bir anlamı var mı?" diye sorunca, Büyükelçi; "Bunu söylemek için sözlüğe bakmam gerekir" diyor. Atatürk; daha önce hazırlamış olduğu ve çalışanlarına öğütlediği şekilde Larouse’u getirtip, Büyükelçinin önüne koyduruyor. Elçi, daha işin nereye kadar gideceğinin farkında olmadan hevesle okumaya başlıyor. Ancak kelimenin karşısında "kazığa oturtmak" konusunda verilen örnek cümleye gelince, ancak yarıya kadar okuyabiliyor ve yarısından sonra yutkunarak Atatürk’ün yüzüne bakıyor.
Atatürk diyor ki: "Demek ki biz Türkler; bugün de esirliklerimizi kazığa oturtuyoruz öyle mi, öyle mi sayın Sefir? Sözlüğünüze böyle yazmışsınız, bu doğru mu?"
Sefir, hemen sözlüğü biraz karıştırıyor ve bir kaçamak noktası bularak diyor ki; "Efendim bu sözlük; Katolik Kilisesi’nin matbaasında basılmış, bildiğiniz gibi biz laik ülkeyiz, kilisenin yaptıklarının bizim hükümetimizle bir ilgisi yok. Bizi ilgilendirmez ve biz kiliseye karışamayız."
Atatürk: "Öyle mi efendim, siz laik bir ülke olduğunuz için demek ki kiliselere karışamıyorsunuz. Öyleyse ben de yarından itibaren İstanbul’daki kiliselerin kapılarına koca birer kilit astırıyorum" der. Bunu duyan Sefir, birden ayağa kalkıyor ve "Ekselans, protesto ederiz" diyor.
Bunun üzerine Atatürk; "Hani sizi ilgilendirmiyordu, karışmıyordunuz?" diyor ve ilgililere dönerek; "Sefire yolu gösterin" diyerek, bir anlamda onu kovuyor.
Sonra ne mi oluyor?
Tabii Fransız hükümeti; laiklik söylemlerini bir tarafa bırakıyor, hemen o sözlük toplatılıyor ve yeni baskısında o cümle çıkarılıyor.
İşte Dünya Lideri diye ben buna derim. Papağan gibi aynı cümleleri bağıra bağıra sarf eden liderleri artık kimse ciddiye almıyor almaz da. Liderlik bilgi ister deneyim ister, Lider olma vasfına sahip olmak ister.
Bu nedenle ATATÜRK UNUTULMAZDIR…