Yolculuk Datça’ya. Dostlarla  buluşma, Datça’ya alıcı gözle bakış ve küçük bir sonbahar kaçamağı niyetimiz.

Antalya Datça arası ülkenin en güzel coğrafyalarından, en elverişli iklimlerinden ve en şanslı topraklarından sayılabilir. Seyir halindeyken bile keyif üst düzeyde. Tabi ki, algılayacak bilinç ve keyif almayı bilen bakış gerekiyor. Datça’da ilki yapılacak Sarıca Yaz Festivali 28 Eylül’de başladı. ‘İlk elin günahı olmaz’ derler. Doğrudur. Acemilikle bazı şeyler eksik kalır. Bazı süreçler gerektiği gibi yönetilemeyebilir. Festival komitesi ne kadar coşkulu olsa da ‘ilk el’ kuralı bazı tatminleri sağlayamaz. Olsun. Her yıl biraz daha öğrenilip biraz daha profesyonel olunur. Sponsorlar, reklam kaygısıyla olanakları bollaştırırlar zamanla. İzzet ikram çoğalabilir. Süre uzatılabilir. Zamanlama ayarlanabilir. Her yıl biraz daha iyi olabilir. Önemli olan, iyi niyetli çabaların sürdürülmesidir. Emeği geçenleri teşvik etmek gerekir. Zira, emek bu dünyadaki en önemli şeydir. Bu yüzden eninde sonunda gerekli takdiri alır. Çok iyi niyetli ve kaliteli ekibin bu genç festivali çok iyi noktalara taşıyacağından eminim. Teşekkürü hakediyorlar.  Tabi gezi sırasında rastlananlar ve yaşananlardan da bahsetmek gerekir. Öncelikle sonbahar gezisine çıkacaksanız yazlık ve kışlık giysiler konusunda düşünüp öyle hazırlanmak gerektiğini belirtmemde yarar var. Bazı yerlerde klima çalıştırmak ve bazı yerlerde soba yakmak gerekebiliyor. Sizin üşüme durumunuza göre değişir bu seçimler. Bunu düşünün, derim.  Bazı insanlar bazı gerekçelerle kedi-köpek kabul eden otellerde kalmak istemezler. Geçmişe dayanan bir travma, fobi ya da sağlık gerekçesiyle bu şekilde yaklaşılabilir. Bu gayet doğaldır. Biz de sağlık nedenleriyle kedi-köpek kabul etmeyen bir otel aradık. Bulduk. Israrla tekrar tekrar konuşulmasına rağmen otelimize giriş yaptığımızda 5-6 kadar sevimli kedi dostumuz bizi karşıladı ve oda kapımıza kadar bize eşlik ettiler. Bahçedeki her kahvaltımızda da bize eşlik ettiler. Bir de üç oda ilerimizde bir hanımefendi büyükçe bir kurt kırması ile tatilini geçiriyordu. Hayatımda gördüğüm en munis köpekti kendisi. Bize ‘kedi-köpek kabul etmiyoruz’ diye defalarca yalan söyleyen otel işletmesinin açığını kapatmak istercesine sessiz ve sakindi. Otel yöneticileriyle bu konuyu konuşmak istediğimizde ise gayet duyarsız ve umarsız bir tavır ve işletmeci-müşteri iletişiminden bihaber yaklaşımlarla karşılaşmak da gereksiz bir durum yaratıyordu.  Neticede bizim, kedilerin ve köpeklerin olgun davranışları olası krizleri önledi. Gitmişken Datça’nın ruhunu anlamaya çalışmaktan zarar gelmez diye düşünüp koyları (bükleri) büklüm büklüm yollardan geçerek tek tek ziyaret ettik. Datça gerçekten muhteşem bir yer. Her bir köşesi gizli bir cennet. Knidos dahil neredeyse tüm koyları gezdik. Ege ya da Akdeniz’de iki dakika yürümeyle denize girmek mümkün. Bir tarafta dalgalar insan boyunu aşarken diğer tarafta deniz sütliman. Datça’nın bu kadar engebeli olduğunun farkına varmanızı sağlayan zorlu tırmanışlar ve inişler; kendinizi bir anda denize sıfır koyda, bir anda yüzlerce metre yükseklikte bulmanızı mümkün kılıyor. Dar sokaklardan ve taş evlerden oluşan eski Datça, hiciv şairi olarak tanınan değerli filozofumuz Can Yücel’in yaşadığı evi de bağrında barındırıyor.  Datça’nın her yerinde taş evler görmeniz mümkün. Bir kısmı gerçek taş ev, bir kısmı da dış cephe kaplamasıyla taş ev görüntüsüne bürünmüş. Bunun nedenlerini araştırdığımda birkaç farklı hikaye ile karşılaştım. İlki, Datça’nın ana karaya uzaklığı nedeniyle yerel olanaklarla -yani taş ile- ev yapmak zorunluluğu oluşmuş. İkincisi, bir dönem Datça’da yaşayan Mardin’li bir taş ustası aile tarafından başlatılan akım ile taş evler yaygınlaşmış. Belki de farklı nedenler vardır. Benim öğrenebildiklerim bunlar. Bir de ilginç bir görüş ile karşılaştım. Taş evlerin son derece tehlikeli olduğu, kullanılan harcın hem su geçirdiği hem de deprem anında taşların hareketine neden olduğu gibi bir görüştü bu. Tabi ki konunun uzmanları bunları daha iyi açıklayabileceklerdir. Datça’nın bir başka yönüne de tanık oldum. Yarımadanın birçok yerinde su sıkıntısı olduğunu öğrendim. Tabi ki, ülke genelinde yeraltı su rezervlerinin azalışını hepimiz endişe ile takip ediyoruz. Ve bunun sonuçları olacaktır. Seyahat esnasında yol kenarlarında çeşitli köy ürünleri ve özellikle de bolca yumurta, pekmez, bal çeşitleri satılan derme çatma standlar var. Seçerek, irdeleyerek birkaç alış veriş yapsak da ne yazık ki güven unsuru yetersiz kaldığından çok fazla alış veriş yapamadık. Malum, arısız bal yapabilen yegane ülkeyiz dünyada. Umarım birgün bütün arılar toplanıp arısız bal yapanlara iğnelerini tattırırlar da güven sorununu aşmamıza katkıda bulunurlar. Bükleri büklüm büklüm yollardan geçerek gezerken bir apartta konaklıyoruz. Orada edebiyat, sanat ve felsefe üzerine uzun sohbetler edebildiğim bir dost edinmenin keyfini çıkarıyorum. Ortamın havası da manzarası da müthiş.  Datçanın birçok yerinde internet erişimi yok. Bazı yerlerde telefon bile çekmiyor. Bu iyi mi, kötü mü? Kişiye göre değişir. Hoşuma gitmeyen şeyden de bahsedeyim. Radyo dinlemek istediğinizde hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Yunan radyolarını rahatlıkla dinleyebiliyorsunuz. Biz ise uzaya adam gönderebilsek bile karasal radyo yayınını heryere ulaştıramıyoruz. Sağlıcakla…