Denizlerdeki taşımacılığa da bir örnek vermek gerekirse Estonya’nın nüfusu 1.350.000 kişi olup Antalya nüfusunun yarısından azdır. Başkenti Tallinn’in nüfusu da yarım milyona yakındır. Ben Tallinn’den Helsinki’ye gemi ile gittim. Tallinn Limanı A,B,C,D gibi bir sürü bölümler halinde uzayıp gidiyordu. Gemi 9 katlı yüzen bir şehir gibiydi.
Helsinki’ye Tallinn Star gemisiyle gitmiştik. Sabah saat 09.00’da çekin yaptırıp gemiye binince, millet merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Ben dokuz kat çıkamam diye asansörü bekledim. Fakat zaten doğrudan yedinci kata çıkmışız ki, iki kat sonra dokuzuncu kata çıktım. Isınmak için gemide gezmeye başladım. 8. Katta kafe ve restoranlar var. Yedinci katta AVM’ler. Gazinolar, Barlar, çocuk oyun parkı, konser salonu vs. Yani bir şehrin caddelerinde neler varsa bunların hemen hepsi var gemide. Yüzen bir şehir sanki.
Helsinki’den Tallinn’e Baltık Queen gemisiyle döndüm. Bu kez yolculuk 3.5 saat sürdü ve bir saat da önceden bindiğim için gemide 4.5 saat kaldım. Dönüş biletim kabinliydi. Helsinki’de çok yorulmuş olduğum için doğruca kabine gittim. Kabin beş yıldızlı bir otel odası gibiydi. Duşu tuvaleti lavabosu, aynası, dolabı, yatağı, kanepesiyle tek kişilik mükemmel bir odaydı.
Benim gezi boyunca kaldığım hostels otellere göreyse çok lükstü. Kanepenin karşısındaki kabin duvarına yapışık yatağı açınca kanepe hizasında temiz çarşaf, nevresim, yastık ve havluları olan tek kişilik bir yatak oldu. Hemen bir duş alıp üç saat kadar yatıp dinlendim.
Tallin’e varmadan bir saat önce kalkıp, kabinden çıkıp Baltık Queen’de dolaşmaya başladım. Baltık Queen’in ilk dört katında araba ve tırlar var. 5-8 ve 9. Katları kabin olup buralarda yüzlerce oda var. 6 ve 7 katlar ise çarşı Pazar. Türkiye’deki 2M Migros büyüklüğünde süpermarketler ve neredeyse Antalya Devlet Tiyatrosu kapasitesinde 400-500 kişilik konser salonları var.
Örneğin: geminin 6. Katında tespit edebildiğim mağazalar şunlar. Gifts&Toys, cosmetiks, butik, video games, süpermerket, Starlayt Palas Bar, kıç bölümünde kocaman bir solon ve sahnesinde konser veren sanatçılar. Geminin 7. Katında Sea pub, street, çocuk oyun parkı, cigar clup, menhatın piyano bar ve yine geminin kıç kısmındaki solonun balkonu işlevini yerine getiren konser salonunun 2. katı var.
Yani bu bir gemiden ziyade yüzen bir şehir. İnsanlar içinde yatıp kalkıyor, kafesine, restoranına, barına, gazinosuna gidiyor. Konser salonunda içkisini yudumlayarak sanatçıları izleyebiliyor veya piste çıkıp müziğin ritmine uyarak dans edebiliyor. Hatta evinin market alışverişini de yaparak şehre indiği zaman tekrar AVM’lere gitme ihtiyacı duymadan doğrudan evine gidebiliyor. Tallinn-Helsinki arasında çalışan gemiler hep böyle…
Fakat bu yazıyı yazma amacım, bu gemileri tanıtmak veya bunlara hayranlığımı ortaya koymak değil elbette. Bunları benim yeni görmem veya pek çoğumuzun hiç görmemiş olması, bu gemilerin en az yüz yıldır dünyada kullanılmakta olması gerçeğini değiştirmiyor. Ve yine bunların yüzme havuzları olan çok büyük ve çok lüksleri de var. Hatta benim bindiğim bu gemiler iki şehir arasında gidip gelen sıradan gemiler. Denize kıyısı olan hemen her ülke için olağan sayılabilecek durumlar.
Ama işte şimdi burada soru ve sorun şu! Ben orta Asya’da mı yaşıyorum ki bu gemiler bana bu kadar yabancı geldi? Antalya’da denizin dibinde yaşıyorsam bunlar benim hayatıma neden hiç girmedi? Neden böyle bir gemiyi ilk kez 70 yaşından sonra başka bir ülkede görüyorum? Yoksa vardı da ben mi bigâne kaldım? Türkiye bin senedir neden denizlerle bir ilişki kuramadı ve neden hala bir kara devleti?
Alacağı yanıtı hiç düşünmeden neden bizim bir bakanımız, İsviçreli bir bakana “Sizin deniziniz yok. Neden bir denizcilik bakanlığınız var” diye soru sorabiliyor? Tabii ki İsviçreli bakanın yanıtı denizsizliğimizin de ötesinde ilginç anlamlar taşıyor. Çünkü diyor ki İsviçreli bakan, “Sizde adalet mi var ki, adalet bakanlığınız var?”
Evet gerçekten adalet olmadığı halde adalet bakanlığımız, Ormanları yakıp yağmalatan bir orman bakanlığımız, İsrail ve Hollanda’nın tarım ve tohum firmalarına çalışan bir tarım bakanlığımız ve daha olmayan her şeye dair bakanlıklarımız varken, üç tarafımız denizlerle çevrili olduğu halde, neden bir denizcilik bakanlığımız yoktur. Genel kurmay başkanlarımız bile kara kuvvetlerinden gelir. Oysa dünya genelinde genelkurmay başkanları deniz kuvvetlerinden gelir.
Dünyada söz sahibi olan ülkelerin hepsine de bu üstünlüğü sağlayan en önemli etken denizlere hakimiyetleridir. Maalesef Türkiye hala denizlere küsüp, sırtını dönmüş bir orta Asya ülkesidir. Denizi olmayan İsviçre gibi bir denizcilik bakanlığı olmadığı gibi, denizi olmayan Macaristan kadar balık üretimi de yoktur.
Türkiye bir tarafa, gelelim şimdi Antalya’ya… Denizle bütünleşmiş, denizin şehri Tallinn 450 bin nüfuslu bir kent. Bütün ülke 1.350.000 nüfuslu. Yani değil Tallinn, Estonya’nın tamamı, Antalya’nın yarısı kadar. Öyleyse Antalya’da neden Tallinn’in onda biri, hatta yüzde biri kadar deniz kullanılmıyor? Tallinn denilince ilk akla gelen deniz iken, neden Antalya denizden 10 bin kilometre içeride bir kara kentini anımsatıyor.
Helsinki ile kıyasladığım zamansa Antalya Helsinki’nin dört katından büyük ve tüm Finlandiya nüfusunun yarısı kadar. Ama orada deniz yaşamın neredeyse % 60-70 ine egemenken Antalya da denizin yaşama etkisi bu anlamda neden sıfırdır. Bırakın ülkeler arasını, neden Antalya’da her saat başı bir gemi Kundu’dan Konyaaltı’na hareket etmez? Neden ilçeleri arasında gidip gelmez?
Antalya’da Akdeniz, iklime etkisi ve plajlarının dışında Antalya’nın ne işine yarıyor? Antalya’nın en önemli ve en öncelikli sorunu ulaşım değil mi? Neden ulaşımda deniz kullanılmıyor? Biz Orta Asya’dan bin sene oldu geleli, bin sene daha mı bekleyeceğiz, denizlerle bütünleşmek için?
Evet coğrafya kaderdir, ama kullanamazsanız sonuç çaresizlik ve kederdir.