Dünyanın en harika varlığı insandır. Akıllıdır, güzeldir, yeni şartlara uyum yeteneği vardır, ayakta durur, alet yapar, bina yapar, uçak yapar; yapar da yapar. Yani insan harikadır. Ve bunun tek bir nedeni vardır. O da, bu çıkarımı insanların yapmış olmasıdır.
Oysa kendini beğenme, kendini övme, kendini yüceltme, diğer canlıları küçük görme hastalığı insanın harika bir varlık olmadığının en güçlü göstergesidir. Çünkü bu tür yaklaşımlar insanın -olduğu değil- olmak istediği konumu ifade eder.
İşte size insana dair yepyeni bir paradoks.
Ortada yaygın söyleme çok uzak olan bambaşka bir gerçek vardır. İnsan(oğlu/kızı) öyle sandığımız gibi harika falan değildir. Bir sürü eksikliği, geliştiremediği organları, çözemediği gizemler ve acizliği vardır. Hastalıklar bizi korkutuyor. Çünkü çoğunu halledemedik. Yüzde 10’a yakınımız engelli. Dişlerimiz çürüyor ve dökülüyor. Bel ve sırt sağlığı büyük oranda sorun olmaya devam ediyor. Aletsiz uçamadık. Işık hızını geçemedik. Yaşlanmayı durduramadık. Ölüme çare bulamadık.
Kısacası, harika falan değiliz. Sadece böbürlenmeyi seviyoruz. Beynimizdeki frontal bölgeyi biraz geliştirebilmemizi ve farkındalığımızı bazı hayvanlara ve bitkilere karşı üstünlük sanıyoruz.
Karınca kolonilerinin ya da arıların organizasyonlarının çok uzağındayız. Bazı hayvanların hızına, koku alma duyusuna, sezgilerine yaklaşmış bile değiliz.
Kapasitesi, işleyişi, düzeni apaçık ortada olan dünyamızı hiçbir bakımdan verimli kullanamıyoruz. Planlamalarımız ve denetimlerimiz yetersiz olduğundan kimin nerede hangi yanlışı ya da doğruyu yaptığını bile bilmiyoruz. Çok da umurumuzda değil aslında. Daha az enerji tüketerek daha fazla tüketim malzemesi elde etmenin derdine düşmüşüz. Hırsa kapılmışız bir anlamda.
Kişisel ve toplumsal hırslarımızın güdümünde oradan oraya koşuşturuyor, daha zayıf olanların ürettiğini çalmak ve günübirlik daha konforlu yaşayabilmek için birbirimizi ezmekten çekinmiyoruz. Bunun için adına devlet dediğimiz yapılar kurmuşuz. Eğitim, adalet, sağlık, güvenlik sistemleri kurmuşuz. Ekonomik jargonlar geliştirmişiz. Bazen bir tek dayanak varlığa dayalı onlarca türev ürünler geliştirmişiz. Dünyanın herhangi bir yerinde bir kasada kilitli olan bir varlığa dayalı kağıt paralar, hisse senetleri, tahviller, hazine bonoları, çekler, hatta bir beyaz kağıda yazılı hiçbir karşılığı olmayan değer listeleri üretmişiz. Bunları insanlar insanlara, bankalar bankalara/insanlara, devletler devletlere satıp duruyor.
Oysa gelinen noktada dünya üzerinde ve hatta dünyanın dışında neredeyse bildiğimiz her yerde her şeyi sayıp, ölçüp tartabilme becerisine sahipken bir türlü adaletli ve verimli bir paylaşım düzeni kuramamışız. Kimileri yemekten bıkıp semirirken kimilerinin karnı sırtına yapışmış geziyor. Kimileri keyiften ölürken kimileri açlıktan ölür hale gelmiş.
Yani geçtiğimiz son 4.2 milyon yıllık insanlık tarihinde hiçbir şeyi doğru düzgün yapamamışız. Başaramamışız. Vergi adaleti tartışılır durumda. Hukuk sistemleri tartışılır durumda. Eğitim, sağlık, güvenlik uygulamalarının çarpıklığı ve yetersizliği ortada. Çevre bilinci ve duyarlılığı yetersiz. Kaynakların verimli kullanılabildiğini kimse söyleyemez. Rekabet adil değil. Tıpkı bireylerde olduğu gibi devletler arasında da diş bilemeler, çatışmalar, savaşlar hız kesmeden devam ediyor.
Bütün bunlar; çok geliştiğini, frontal kortekse sahip olduğunu söyleyerek övünmeyi bir an bile bırakmayan insanın aslında içindeki vahşiyi bir türlü dizginleyemediğini gösteren olgular.
İnsanlık ideali bu olmamalı.
Elinde bu denli güçlü teknolojiler bulunduran insanlığın, hep birlikte senkronize hareket edebilmesi ve herkesin mutluluğunu sağlayabilecek sistemi kurabilmesi gerekirdi. En ufak bir sorunda birbirimizin boğazına sarılmadığımız bir düzen geliştirebilmeliydik. Gelinen noktada bunları başaramamış olan bu insanlığın ‘üstünüm, harikayım’ diyerek böbürlenmesi hiçbir anlam ifade etmeyecektir. Yeterince istersek tüm insanların mutlu olduğu ideal bir dünya yaratabiliriz. Sadece ölçüp biçip adalete dayalı bir yapı oluşturacağız. Ve tabi ki, hırslarımızı bir kenara bırakarak. Sağlıcakla…