Şehirde kırsal kökenlilerle kentlilerin birbirine ne denli yabancı olduğunu dünkü yazımda belirtmiştim. Peki bunların hiçbir ortak noktası yok mu derseniz, yanıtım yok olacaktır. Çünkü bunların ortak görünen tarafları da deriliğine incelendiğinde sonuç negatiftir. Yani bunların ortak görünen tarafı, hepsinin de milliyetçi olması ve devlete tapmasıdır ki bu durum da pek sağlam temellere dayanmaz.

Çünkü kentli, kente geleni zaten kentleşmenin katili sayarak dışlasa da köyde oturan köylüye bile öyle çok sıcak da yaklaşmaz. Ama hem eski kentli ve hem de yeni yerleşen kentli ikisi de Türk milliyetçisidir. Fakat küçük bir teste tabi tutsanız milliyetçiliklerinin ne denli yüzeysel olduğu hemen ortaya çıkar. 

Örneğin, sorsanız bir kentli milliyetçiye: “Anlaşıldı Türk milletini ve devletini çok seviyorsun. Peki, köylüyü de seviyor musun?”

“O nasıl soru öyle, ben elbette köylümü severim. Hem Atatürk, ’Köylü milletin efendisidir.’ demiştir. Çilekeş Anadolu köylüsü bu ülkenin gerçek sahibidir. Ülkeyi yoktan var eden odur. Her güçlüğe, her türlü yokluğa göğüs geren, bu devletin en sadık vatandaşlarıdır” diye köylüye övgüler uzar gider.

            Peki, yurtdışı gezilere katılır mısınız?

“Vakit buldukça.”

Peki, gezmek için köylere de gidip gelir misiniz?

“Hayır, pek işim olmaz köylerde.”

Köylünün kalkınmasına katkıda bulunmak ister misiniz? Köylülerin köylerini terk etmemesi için bir fon oluşturulsa katkıda bulunmayı düşünür müsünüz?

“Nasıl olacak ki bu? Benim kazancım kendi ihtiyaçlarımı zor karşılıyor zaten.”

“Ama sizin ihtiyaçlarınızı zor karşılayan gelirinizle on tane köylü ailesi geçinir.”

“Ben onu bunu bilmem. Modern tarım yapsın. Bir şeyler yapsın kazancını artırsın, köylünün yoksulluğundan rahatsızım, zenginleşmesine taraftarım yetmez mi?”

            Peki, bir köylünün komşunuz olmasını, onunla aynı apartmanda oturmayı ister misiniz? Ya da bir restoranda, değişik insanlarla aynı masada oturmanız gerekirse, köylü birisiyle aynı masada olmak ister misiniz?

“Canım o kadar da uzun değil. Seviyorum dedik ya işte; yetmez mi?”

İşte yapı budur. İnsanlarımız ne denli milliyetçi olursa olsun ne kadar dış düşmanlıklara yatkın olursa olsun, Türk milletini sevmek ne köylüyü sevmektir ne de komşuyu sevmektir. Türk Milleti kavramı, Türk Devleti kavramı gibi yüce tapılası bir kavram olup içinde bu cahil ve paspal köylünün, muhafazakâr gecekondulunun, vurguncu mafyanın, yalancı ve çıkarcı politikacının, züppe kentsoylunun, ukala aydının Türk Milleti olmasına olanak yoktur. Öyleyse ne kaldı geriye ve kimdir Türk Milleti derseniz, bunların ve daha sayamadığımız buna benzerlerin dışında kalan herkes.

Yani millet herkesin dışında kalan herkestir. Yani hiçbir kimsedir. Yani millet: içinde insan olmayan bir kavramdır ve millet kavramı tam bir kandırmacadır. Onun için de milleti istediğiniz kadar, büyütür, abartabilir ve millete tapabilirsiniz. İnsanı da o kadar dışlar, aşağılar ve yok sayabilirsiniz. Türk milletine tapındığınız sürece, Türk insanından nefret etseniz de bir sakıncası yoktur. 

İnsan ve millet çelişkisinin en bariz biçimde görüldüğü yerler ise kentlerdir. Aslında ikisi de ötekini istememekte, dışlamakta, kendisiyle ilgili her tür olumsuzluğun kaynağı olarak, karşısındakini suçlamaktadır.

Gecekondulu, kent merkezine öyle canı istediğinde, istediği biçimde gelmemelidir. Çöpleri karıştırmamalı, çocuklara mendil sattırmamalı, kapkaç yaptırmamalı, hanutçuluk vs. işler yapmamalıdır. Ayrıca olayın çok ilginç başka bir boyutu da yabancı karşıtlığını savunan bazı kentli vatandaşlarımız gelen yabancıyla kendi vatandaşı olan varoşludan daha kolay anlaşmakta ve kaynaşmaktadır.

Görüldüğü gibi iki taraf da keskin Türk milliyetçisi olarak görünse de birbirinden nefret etmektedir. Kentli varoşluyu, kentini köyleştirmekle, ilkelleştirmekle suçlarken, varoşlu kentliyi: kendisini anlamamakla, hor görmek, dışlamak ve aşağılamakta suçlamaktadır. Yani iki taraf da mağduriyetinin sorumlusu olarak karşısındakini görmektedir.

Oysa kentli, yabancıya mülk satışı yasaklanmalıdır derken, varoşluyu da yanında kabul etmemektedir. Dış sorunlarda vatandaş olan varoşlu, konu içeriye dönünce yok sayılmaktadır. Yani zıtlaşma temelli şark kültürümüzden çıkıp uzlaşma temelli bir kültüre sahip olamadığımız için didişip duruyoruz. İnsanlarımız arasında müthiş bir iletişim eksikliği var. Dindar laik, kentli köylü, sağcı solcu, muhafazakar çağdaş tüm insanlar aramızda doğru bir iletişim kuramadığımız için ülkemiz her gün kan kaybetmektedir.

Bunlar da göstermektedir ki, Türkiye kökenli vatandaşlarımız arasında milliyetçiliğin sözde kaldığı görülürken Antalya gibi nüfusunun on katı yabancı turist gelen ve pek çok yabancının yaşadığı çok kültürlü bir şehirde milliyetçilik bir nefsi müdafaa duygusundan öte geçmemeli diye düşünüyorum.

Fakat Türkiye’nin demografik yapısını değiştirmeyi, parçalara ayırmayı, Ortadoğululaştırmayı amaçlayan kasıtlı ve art niyetli düşünceler elbette ki hoş görülemez. Ama bu da devletin, yani genel idarenin sorunu olup belediyelerin görevi kent içinde yaşayan insanlara ayrımsız ve hoşgörülü davranmaktır diye düşünüyorum.

Kısacası; içinde akıl ve bilimi barındırmayan kurnaz Şark Kültürümüz, bir çelişkiler yumağıdır. Sürekli kördüğümler üretir. Ve ülkenin sosyal sorunlarının temelinde ve yapılacak her işte, kentlerdeki bu çelişik yapının dikkate alınması ve çözüm üretilmesi gerekir, diye düşünüyor, bu konuda belediyelere kolaylıklar diliyorum.