ABD bu noktaya gelebilmek için elbette planlı ve uzun çalışmalar yapmıştır. Öncelikle teröre şiddetle karşı çıkan bir tavır sergileyerek, kendi vatandaşları ve BM’lerin desteğini almıştır. Özellikle kendi ülkesinde kendi halkına karşı uyguladığı 11 Eylül olaylarının öfke ve heyecanıyla 10 gün sora 21 Eylül 2001 tarihinde 1373 nolu BM Güvenlik Konseyinin terörle mücadele kararının çıkmasını sağlamış ve tüm devletlerin anlaşmaya taraf olma ve uygulama yükümlülüğünü getirmiştir.
1373 Sayılı Karar BM üyesi ülkelerin terörizmle mücadele etmesi gerektiğini, terörizmin finans kaynaklarının kurutulmasını, terörist ve terör örgütlerine aktif veya pasif hiçbir destek verilmemesini, militan ve silah temin etmelerine engel olunmasını, bu önlemlerin başarıya ulaşması için üye ülkelerin istihbarat alışverişi ve her tür iş birliğini kabul etmeleri istendi. Bunun anlamı tüm dünya teröre karşı olacak ABD ve büyük güçler terörün her çeşidini özgürce kullanacak.
Örneğin 12 Eylül 2007 tarihli bir yazı, Fransa da yayınlanan bir kitaba dayanarak Bosna katilleri Radovan Karadzic ve Ratko Mladic’in yakalanamayışını da büyük güçlerin korumasına bağlanmaktadır. Fransa'da yayınlanan bu kitabın yazarı, Yugoslavya iç savaşı suçlularını yargılayan Uluslararası Ceza Mahkemesi Başsavcısı Carla Del Ponte'nin sözcüsü gazeteci Florence Hartmann olup "Barış ve Ceza" adlı kitabında Srebrenika katliamı sorumluları Radovan Karadzic ile Ratko Mladic'in büyük güçler tarafından kolladığı için yakalanamadığını belgelerle anlatıyor.
O güçler: ABD, İngiltere, Fransa, Rusya... Peki neden Karadzic ile Mladic'in yakalanmaları istenmiyor? Cevap: Savaş sırasında Boşnaklar'ın katledilmesine bile bile seyirci kaldıkları, hatta silahların susması karşılığı Srebrenika halkının kurban edilmesini kabullendikleri ortaya çıkmasın diye! Hatta Sırbistan Başbakanı Zoran Cincic'in Slobodan Miloseviç'i mahkemeye teslim etmesinin de büyük güçlerin canını sıktığı yine belgelerle açıklanıyor. Cincic’in bedelini canıyla ödediği ve sözde mafya tarafından öldürüldüğü belirtilmektedir. 12.9.2007
ABD eskiden beri her ülkenin azınlıkları, güçlü aileleri muhalif güçleri ve ordularıyla iş birliği yaparak darbeler yapmaktadır. Fakat şimdi 11 Eylül 2001’den bu günlere gelecek olursak ABD’nin terörle mücadele adı altında terör örgütleriyle ilişkilerini geliştirip savaşlarda terör örgütlerini kullanmaya başlaması özellikle Afganistan, Irak ve Suriye savaşlarında açıkça ortaya çıkmıştır.
Zaten 11 Eylül 2001 ikiz kuleler saldırısını da güya terörle mücadele amacıyla, ABD vatandaşlarının onayını almak için CİA’ın denetiminde planlanıp uygulamasına göz yumduğu artık kesinleşmiştir. Fakat eylemde ABD terör örgütleriyle mücadele değil onlarla iş birliği yaparak savaşlar çıkarmış ve savaşlarda bunları istediği yönde kullanmıştır.
Aytunç Erkin’in Sözcü Gazetesindeki yazısına göre 2012’de ele geçirilen pentagon belgelerinde İŞİD’in yükselişini gören ABD ve AB, İŞİD’i Esat’a karşı destekledi. Amacı İŞİD’e devlet kurdurup PKK ve YPG’yi bu örgütü ortadan kaldırmakla görevlendirip burada Kürt terör devleti kurdurmaktı. Böylece Ortadoğu’daki terör eylemlerini bu terör devletinden yönetecekti, diyor.
Kırk yıldır terörle başı belada olan Türkiye’nin kendi çıkarlarına ters düşen böyle bir duruma destek vererek ABD’nin yanında yer alması büyük bir aymazlık ve kendi ayağına sıkmaktı. Ama ABD tehdit, vaat, rüşvet bir biçimde herkesi yola getiriyordu.
Çünkü dünyada terörün yegâne destekçileri ve dünyada terör olaylarının birinci derecede sorumluları ABD, AB ve Rusya’dır. Olayın seyri şöyledir. Nedense teröristler hep geri kalmış ülkelerden çıkar, ama ülkelerinin dışına taşarak dünya barışını tehdit eder. Dünyanın düzeni ve barışın devamından kendini sorumlu gören AB, ABD ve Rusya bunlarla mücadele etmek için bu ülkelere müdahale eder. Oralara kadar gitmişken o ülkelerin kaynaklarına da el koyar. Dünya da bu tiyatroyu seyreder. Çünkü itiraz eden terörün hedefine konur. Dünyanın gözlerinin içine baka baka oynanan tüm bu oyunlar da dünya devletler sisteminin iflas ettiğini, insanlığın başının belası haline geldiğini ve dünyanın birleşerek tek merkezden yönetilmesinin önemini ortaya koymaktadır.