Aslında seçim sonuçlarının değerlendirmesini yapacaktım ama bugün bayram olunca onları öteleyerek bayram konusunda bir şey yazmak istedim.
İlk öğretmen okulunda okurken Bayram Gazetelerinde köşe yazarları köşelerinde ESKİ BAYRAMLAR başlığı altında çocukluk ve gençlik dönemlerinin bayramlarını ballandıra ballandıra anlatırlardı. Oysa 1950 ve 60’lı yılların bayramları da eskisinden çok farklı olmayıp, bu bayramların ben de yabancısı değildim. Benim yabancı olduğum taraf onlarınki şehirde ve çocuklara hediyeler verilen bir bayram olmasıydı. Oysa Torosların başındaki bir köyde benim bildiğim bir Ramazan Bayramı’nın diğer günlerden çok büyük bir farkı yoktu.
O günlerden hatırımda kalan Arife günü ikindi namazından sonra mezarlık ziyareti ve evlerden yükselen pişi kokusuydu. Kokusuydu diyorum çünkü pişi haşhaş yağıyla kızartıldığından Arife ikindisinde tüm köyü bir haşhaş yağı kokusu sarardı. Bayram günü ise çanak ekmeği dediğimiz, içi pekmezli haşhaşla tatlandırılmış bir çeşit kömbe pişirilirdi. Bunlar benin çocukluğumda yıl içinde sadece o günlerde yapıldığı için bayram deyince aklıma ilk gelen bunlar oluyordu.
Elbette ki şimdi burada “Eski Bayramlar” konusuna girecek değilim. Ben farklı bayramlara değinmek istiyorum. Yaşantımda bayramların en güzelleri Gönen İlköğretmen okulunda 600 kişilik büyük bir aile içinde geçen bayramlardı. Çünkü o günlerde bayram tatili, çok özel yemekler çıkması, sınıf geceleri gibi etkinlikler diğer günlerden farklılık yaratırdı. Öğretmenlik döneminde ise bayramlar biraz daha şehirleşti, ekonomik sıkıntılar bir bakıma bayramların önüne geçti. Fakat şehirlerde alışveriş merkezleri ve ışıklandırmalar belli bir fark yaratıyordu. Fakat asıl farklı olan ya da fark edilmeden geçen bayramlar yurt dışında yaşanan bayramlardı. Ben yurt dışında kutlanan bayramlardan birisine Amsterdam’da tanık oldum. O gün bu bayramla ilgili olarak şunları yazmışım.
Bugün Ramazan Bayramı. Dışarıda bir bayram nasıl kutlanıyor doğrusu az çok tahmin etsem de yine de merak ediyordum. Çünkü burada çoğunluğu Marok olmak üzere yüzbinleri bulan bir Müslüman nüfus ve nerede ise her mahallede bir camii var.
Kendi aramızdaki bayramlaşmanın dışında öğleye dek diğer günlerden farklı bir şey olmadı. Dışarıda mevsim kış ortası, yerler karla kaplı olsa da hava çok güzeldi. Güneşli ve on bir dereceyi bulan bir sıcaklık olup masmavi pırıl pırıl bir gökyüzü insanı dışarı davet eder gibiydi. Öğle yemeğinden sonra yürüyerek İnsulin Straat’dan Austor Parka oradan da şehir merkezine yürüdük. Herkes dışarı çıkmış bu güzel havadan payına düşeni almaya çalışıyor gibiydi. Ama Şeker Bayramını çağrıştıran bir durum yoktu. Bayram zaman zaman cep telefonlarına gelen mesajlar ve telefondaki kutlama konuşmalarıyla sınırlı kalıyordu.
Merkeze geldiğimizde bir cadde boyunca iki taraflı bir insan kalabalığı ve bir kutlama gördük. Hıristiyanların çocuk bayramı diyebileceğimiz Santa Claus diye Noel Baba’nın Hollanda’ya geliş bayramı kutlanıyordu. Bayramın özü Noel babanın hediyeler getirmesi esasından kaynaklanıp bu tema tüm yönleriyle işlenerek bir bayram ve tabii ki biraz da ticaret ve reklam unsurlarını da içerecek şekilde sergileniyordu.
Kutlama yolun iki kenarındaki kaldırımları doldurulanların en önünde çocuklar poşetlerini açmışlar “pit, pit, pit” diye bağrışıyorlardı. Pit’lerin vereceği hediyelerle sevinirken gösteriye katılanların kıyafetlerine komikliklerine, selamlamalarına ilgi ile bakıyorlar, derin bir coşku içinde bayrama özgürce katılıyorlar ve günün sevincini onlarla paylaşıyorlardı.
Pitler her yaştaki (çoğunluğu kadın ve genç) insanlardan seçilmiş yüzleri duman isi ile siyahlaştırılmış saçları koyu parlak siyah, dudakları pembe boyalı başlarında ve üstlerinde orta çağa özgü kıyafetlerle gülüyor oynuyor el sallıyor çocukların elini sıkıyor okşuyor ve hediye torbasından çıkardıkları hediyeleri çocukların ellerine torbalarına koyuyorlardı. Koyu siyah çok iri ve besili atların üstünde polisler ve ilkel bisikletler yüksel koltuk değneklerinin üstünde ya da tekerlekli yüksek bisikletlerde değişik kıyafetli insanlar da çocukları ve halkı selamlayarak geçiyordu. İtfaiyeci, çöpçü gibi bazı meslek gruplarını temsilcileri çeşitli hayvan başlık ve kıyafetlerine girmiş her yaştan insan otobüslerin içinde çocuk grupları ve en sonunda Deniz yoluyla İspanya’dan gelen ak saçlı, ak sakallı temsili Sen Nikolas (Noel Baba) kanaldan gemisiyle gelip karaya çıkıyor.
Bu bayramda dikkatimi çeken en önemli nokta törene katılan katılmayan veya görevli görevsiz tüm çocuklar özgürce davranışlar sergiliyordu. Sevinçlerinin sınırı yok gülüyor oynuyor bağırıyor. Görevli görevsiz tüm büyüklerde onarlın sevinçlerini arttırmak için ne gerekiyorsa yapıyordu. Yani gerçek bir çocuk bayramıydı. Bizim çocuk bayramımız ve dini bayramlarımızla karşılaştırdığımda sevinci coşkusu düşük daha bir ciddi, disiplinli ve asık suratlı geçtiğini fark ettim. Ve dedim ki, kendini ortamın coşkusuna özgürce koyuvermiyorsan, kendine hep sınırlar koyuyorsan, acıları olağanın ötesinde aleni yaşarken sevgiyi sevinci fark ettirmeden gizli yaşıyorsak bu kültürde bir şeylerin eksik olduğunu fark ederek “Kültüre Eleştirel Bakış” adlı kitabımı yazdım.
Şimdi sevinci, coşkusu bol bir bayram dilerim desem, ülkenin içinde bulunduğu bu ekonomide nasıl olsun diyeceksiniz. Ama en azında son yerel seçim sonuçlarının, iktidarın kulağını çekme ve muhalefete hazırlan mesajı verdiğini ve bunun ülkenin kaderini değiştirme yönünde bir adım olduğunu düşünerek sevinebiliriz.
Sevgi, sevinç ve coşku dolu sağlıklı ve mutlu güzel bir bayram geçirmenizi dilerim.