Dünyanın en kapsamlı spor etkinliği olarak kabul edilen olimpiyat oyunları çok önemli bir işleve sahip.
Milattan önce 800 yılına dayanan köklü geçmişi, 200’e yakın ülkenin katılımı ve 30’un üzerinde spor dalı barındırması, 10 binden fazla sporcunun yarışması gerçekten etkileyici. Bütün bunların yanında farklı kültürleri temsil eden insanları bir araya getirip kaynaştırması da insanlık için çok yararlı.
Olimpiyatlarda yarışacak sporcular dışında medya mensupları, spor eğitmenleri, hakemler, devlet adamları ve milyonlarca sporsever birlikte hem renk cümbüşü, hem estetik koreografiler hem de güç gösterisi ortamı oluşturuyorlar. Gerçekten çok heyecan verici ve çekici bir ortam.
Tabi ki bu güzellikleri yaratan en önemli unsur farklılık. Çeşitlilik.
Birbirine hiç benzemeyen coğrafyalarda binlerce yılda yeşeren uygarlık örnekleri ve bunların sunumları için kullanılan giysiler, davranışlar ve müzikler… Herkes kendi kültürünü ve geliştirdiği uygarlığın temsili bir kısmını alıp herkesin toplandığı yere getiriyor. Bu bir anlamda karakter ve duruş göstergesidir. Diğerlerine ‘Biz buyuz, bizi böyle tanıyın ve anımsayın’ mesajıdır. Bunu en iyi açılış ve kapanış seremonilerinde görebiliyoruz.
Bu seneki Paris 2024 Yaz oyunları gündeme düşmeye başlayınca Türkiye’de bir dalgalanma oldu. Sporcularımızın üzerinde ilginç kıyafetleri görünce doğal olarak bizi temsil edecek renkler, izler ve işaretler aradık. Yoktu tabi ki. Sosyal medyada çok sert eleştiriler, dalga geçmeler gördük. Ancak hiç olumlu yaklaşım göremedik. İlk golü orada yedik zaten. Bu kıyafetler bizi temsil edecekse küçük bir anket yapılıp halka sorulamaz mıydı? Öneriler alınamaz mıydı? Ya da daha makul kıyafetler seçilemez miydi? Bunların hepsi yapılabilirdi. Ama yapılmadı. Yapılmasını da beklememiz anlamsız olur. Şu an bu tür karar mekanizmalarındaki koltukların sahiplerinin makul insanlar olmadığını biliyoruz. Yeterli olmadıklarını ve iyi niyetli olmadıklarını da biliyoruz. Nereden biliyoruz? Her yerden. Devleti ve sivil toplumu ele geçiren bir bayağılık, çapsızlık hastalığının spor camiasını da sardığını bildiğimiz için biliyoruz.
Kıyafet sendromunu atlatamadan bu defa Olimpiyat komitesinden bize goller arka arkaya gelmeye başladı. Açılışta yapılan gösteriler herkesi şok etti. Maviye boyanmış çıplak, şişman bir adamı izlerken bir Fransız ailesinin şaşkınlık ve utanç içinde yüzlerinin asıldığını gösteren videolar sosyal medyaya düşmeye başladı. Gerçekten tuhaf görüntülerdi bunlar. Bunu da atlatırız derken bu sene LGBT için pozitif bir yaklaşım geliştirme niyetinde olan bir Olimpiyat Komitesiyle karşı karşıya olduğumuzu gördük. Algılarımızı değiştirerek bu bireylerin toplum tarafından daha çok kabul görmesi ve hayata kendi kimlikleriyle katılabilmeleri için seferber olmuş bu komite.
Bu işin bizim çapsızlardan daha da çapsız kişiler tarafından organize edildiğini gördük. Nasıl mı? Boks karşılaşmasında bir erkek sporcu bir kadın sporcuyu evire çevire dövdüğü zaman gördük. Boksör kız dövüşü bıraktı. Çünkü karşısında bir erkek dövüşüyordu. Güç farkı tartışılamaz. Şimdi bazıları kızacak erkek dedim diye. Arkadaşım, bir ameliyat oldun, kadın kıyafetleri giydin diye kadın olmuyorsun. Hadi toplum içinde oldun ve algılarımız sivri zekalı Olimpiyat Komitesi tarafından değiştirildiği için biz de kabul ettik. Eyvallah da sen boks maçına çıkıyorsun ve bir kadınla dövüşüyorsun. Maçı kazanmak için de kıyasıya vuruyorsun. Kimse kusura bakmasın böyle spor olmaz. Böyle Olimpiyat Komitesi olmaz. Böyle bir karşılaşmaya izin verilemez. Abartmıyorum, bu iş ringde cinayete kadar gidebilir. Bu saçmalığı derhal durdurun.
Nihayet olumlu bir haberle mutlu oluyoruz. Havalı Tabanca atışta gümüş madalya alıyoruz. Bir de “DURUŞ” bırakıyoruz dünyanın tam ortasına. Sosyal medyada bazı mesajlar vardı. “Türkiye özel lenssiz, göz maskesiz, kulak korumasız 51 yaşında bir adam gönderdi ve gümüş madalya aldı” Yusuf Dikeç’in sakin ve kararlı duruşu tüm dünyada milyonları etkileyerek tarihe geçti. Bence 10 tane altın madalyaya bedel bir reklam oldu. Emek verenlere teşekkür ediyoruz. Duruş çok önemli. Sağlıcakla…