Merhaba,
Gün geçmiyor ki eskiyi özlemeyelim, gün geçmiyor ki anılar ardımızı bıraksın. Geçmişle bugün arasında sıkışan hayatımızda neler gördük, neler yaşadık değil mi?
Doğduğumuz andan itibaren anı biriktirmeye ve farklı hikayeler yaşamaya devam ederken, dostlarımızla yan yana geldiğimizde anlatmaya başladığımız eskiden ile başlayan sözcükler, anılar…
Mesela mahalle bakkalı unutulur mu hiç! Leblebi tozu, renkli şekerler, gofret ve tabii ki şemsiyeli çikolata. Bayramların vazgeçilmezi çata pat, maytap ve en korkuncu kız kaçıran. Akşamüzerleri mahalle arasında bağıra çağıra oynadığımız saklambaç, yakan top. Hıdırellez akşamlarında yanan ateş ve üzerinden atlayan her yaştan insanlar nasıl özlenmez değil mi?
Kapının önünde ateş yakıp oturan kalaycılar, bohçacı teyzeler, ayı oynatan amcalar, okulda vampir var hurafelerinin yanı sıra hep aynı mahallede doğmuşcasına mutlu yaşayan insanlar.
Bayramlarda sırayla daha daha nasılsınız diye gidilen komşular, evde pişen yemekten komşuya da bir tabak ayıranlar, eve gelen tabak boş gönderilmez diyen anneler, mahallenin yeni doğacak bebeğine hep beraber ebelik yapan kadınlar nasıl özlenmez değil mi?
Okuldan geldiğinde annen evde yoksa seni samimiyetle bağrına basan komşular, borç için kefilsiz, şartsız komşudan istenen bilezikler ve altınlar, beraber gidilen piknikler, mahalle arası açık hava sinemaları ve sinema günleri için hazırlanan birbirinden güzel yiyecekler, dönemin en güzel içeceği gazoz ve çekirdek çitleyerek yapılan sohbetin asla unutulmaması.
Kar yağdığında okullar kapanacak mı sorusunun olmadığı, okulların ticarethane değil eğitim yuvası olduğu yıllardı eskiden denen zaman döngüsü. Çocukluğumuzun okul tatillerini büyüklerimizin köylerinde geçirir, köyün küçük camisinde birkaç dua öğrenirdik. Okullarda yerli malı haftası olurdu o yıllarda ve gerçekten her şey yurdun malıydı. Kıyafetlerimiz tek tip olduğundan zengin fakir sadece kaliteli kıyafetinden belli olurdu, kurallar vardı. Telefonun olmadığı zamanlarda büyüdük biz, tek bildiğimiz oyun oynamaktı. Reçelli ekmeğin yerini bisküvi almamıştı biz çocukken. Meyvelerin ve sebzelerin mevsimleri vardı mesela domatesi kışın bulamazdık, yaz gelince kokusundan yemeye doyamazdık. İyiliğin görünmeyen bir el tarafından yapıldığı saygılı ve ahlaklı zamanlarda, okula yürüyerek kendimiz gittiğimizden olsa gerek bugün hala özgüven sorunu yaşamayan büyükler olduk. Kendi oyuncaklarımızı yaptık, kız bebeklere kıyafetler diktik. Bütün duygularımızla yaşadık hayatı…
Mahalle büyüklerine saygıyı sevgiyi ailemizden ve okulumuzda erken yaşta öğrendik, otobüste yaşlı birini görünce oturmaya devam etmedik, kalkıp yer veren nesil olduk. Sokaklara çöp atmamayı, küfür etmemeyi çok küçük yaşlarda öğrendik. Atalarımıza saygı bizim için hep bir adım öndeydi, küçüklerimize daima göz kulak olduk.
Evet biz eskiden televizyonsuz günlerde radyo dinledik ve büyüklerimiz bize masallar anlattılar. Sanırım bugüne göre çok şanslıydık. Günümüzde her şeyi olan yalnız çocukların dünyasında geleceğe bırakacakları ne tür hikayeleri olacak bilmiyorum. Büyük ihtimalle çoğu bilgisayar başında oyun oynarken kesilen elektriği, yediği en büyük hamburgeri, okul servisi kavgalarını, akran zorbalığı ile dolu okul sıralarını hatırlayacaktır. Günümüz çarpık eğitim sistemi arasından kendi aklıyla çıkmayı başaran birkaç vizyonu olan çocuk dışında diğerleri prototip bir kalabalığın içine karışacaklar ve hiç fark edilmeyecekler.
“Geçmiş zaman olur ki
hayali cihan değer
bir an acı duyar insan belki
sevmişse biraz eğer
anlar ki geçenlerin
rüyaymış hepsi meğer
rüya olsa bile o günlerin
hayali cihan değer”
Necip Celal Andel’e ait “geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer” sözünde olduğu gibi, her değişime ayak uyduran doğanın bilgeliği ve sanatın ışığında yeniden görüşene dek sağlıkla ve sevgiyle…