Her sabah, yaşamın koşuşturması başlamadan önce dünya bir anlığına nefes alır. Uyanmak zorunda olduğum için değil, uyandığım için şanslı hissettiğim o anlardan bahsediyorum.
Penceremi açtığımda yüzüme çarpan hafif bir serinlik, şehir henüz uykusundayken sokakların dinginliği, belki bir iki kuş cıvıltısı... Sabahın sessizliği.
Bu sessizlik, aceleci adımların trafik gürültüsünün, bitmek bilmeyen telaşın olmadığı o kısa ama değerli bir anı sunuyor. Bir kahve koyup pencereden dışarı bakmak, boş sokakların güzelliğini seyretmek…
İşte o vakit insan sanki kendiyle baş başa kalıyor. Kafada dönüp duran o düşünceler, planlar, dertler bile usulca yerini bir dinginliğe bırakıyor.
Bu sabah sessizliğinde insan, kendini daha derinden duyabiliyor. Hızla geçen günlerin içinde kaybolan düşleri, belki yarıda bırakılmış her şeyi hatırlıyor. Çünkü bu sessizlik yalnızca bir günün değil, aynı zamanda bireyin de yeniden doğduğu anları simgeliyor.
Her sabah bu sessizliği yaşamak bir ayrıcalık. Gün ışığının yavaşça sokaklara dökülmesini, yavaş yavaş canlanmaya başlayan dünyayı izlemek bir huzur veriyor bireye.
İşte o an, yaşamın hızına kapılmadan önce yavaşlamayı, nefes almayı yaşama küçük mutlulukların peşinde koşmayı anımsatıyor.
Her sabah bu sessizliği yaşamak bir ayrıcalık. Gün ışığının yavaşça sokaklara dökülmesini, yavaş yavaş canlanmaya başlayan dünyayı izlemek bir huzur veriyor insana. İşte o an, hayatın hızına kapılmadan önce yavaşlamayı, nefes almayı, hayatta küçük mutlulukların peşinde koşmayı hatırlatıyor.
Belki bir gün denemek istersiniz…
Bir sabah erkenden kalkıp bu sessizliği dinleyin…
Kim bilir? Belki o sessizlikte kendinizin bile unuttuğu bir parçanızı bulursunuz…