Hayvanlar… Gözlerinde sözcüklere sığmayan bir masumiyet, kalplerinde ise koşulsuz bir sevgi saklı, bize menfaatle bakmayan o gözler, bizim için büyük sevgi besliyor.
Bizi hiçbir menfaat gözetmeden seviyorlar.
Belki bu yüzden çoğu zaman bir hayvanın bakışı, bir insanın kelimelerinden daha derin bir iz bırakır içimizde. Ama onlara karşı bizim sevgimiz ve vicdanımız ne kadar gerçek, ne kadar samimi?
Sokakta o hayvanları öyle gördükçe içimde bir şeyler kırılıyor, sızlıyor resmen. Onları oradan alıp evimde beslemek istiyorum ancak büyük bir eve sahip değilim, klasik dairelerde yaşayan insanlarız. Önceden evler iki katlı olurdu, özellikle köy evleri… Bahçeleri geniş olurdu, bol bol hayvan besleyebilirdiniz. Günümüzde bu imkânsızlaştı.
Sevgi, bir hayvanın başını okşamak kadar kolay bir şey gibi görünse de aslında ona verdiğimiz gerçek sevgi ile onlar da sevilme ihtiyacını bize aktarıyor... Bir tas suyu kapımızın önüne koymak, bir kap mama bırakmak... Küçücük bir hareket bile onların dünyasında bir devrim yaratabilir.
Hayvan sevgisi, vicdanla el ele yürüyen olgulardır. Yaralı bir hayvanı veterinere götürmek bile o dünyada değişimin habercisi gibi geliyor bana. Hayvanları sevmezsek, onların sevgisiyle büyümezsek vicdansızlaşırız.
Vicdan, sevginin eyleme dönüşümüdür. Yalnızca hissetmek değil, harekete geçmektir. Sokakta yürürken gördüğümüz o sessiz canlara bir şans vermek, onların da bu dünyanın bir parçası olduğunu hatırlamaktır.
Onlar bize sesleniyor; ‘Bizi görün, bizi duyun ve bize sahip çıkın’ diyorlar. Bizler onların sesi olmazsak, onlarla birlik içinde yaşamazsak kendi vicdan mahkememizde ömür boyu suçlu ilan ediliriz. İnançlarda yaratıcı yalnızca bizi yaratmadı, bizimle birlikte hayvanları da yarattı. Onlara bakma zorunluluğumuz bulunuyor.