Bunun için önce insan ve millet kavramları, birbirinden nerede nasıl ayrılırsa ve insan nerede nasıl birleşirse millet olunur sorusunun doğru yanıtlarını yakalamamız gerekmektedir. İnsan var ama vatandaş değil, millet değil. Millet var ama içinde insan yok. İnsanların milletin dışında bir fert olarak kalmaması için toplumun örgütlenmesi gerekmektedir. Yani milleti doğrudan temsil eden, sivil örgütlere ihtiyaç vardır.
Ben geçmişte ve kendi çapımda hayatımın büyük bir bölümünü sivil toplumlar için mücadeleye adamıştım. Sanıyordum ki; çağdaş ülkelerdeki gibi yaygın sivil toplum örgütleri bizde de olsa, devlet ve onu yönetenler, kendini bu denli başıboş ve bu denli keyfi, despot ve işkenceci olarak algılayamaz, gittikçe demokrasi gelişip boy atar diye düşünüyordum.
Bu yüzden meslek hayatım boyunca hep, örgütlenme özgürlüğü için çaba harcamıştım. Mesleğe ilk girdiğim 1964 yılında, daha öğretmenliğe başladığım ilk gün TÖS üyesi olmuştum. Ve emekli olduğum zaman da Eğitim-İş Sendikası Burdur Şubesi Başkanıydım.
Ama 2007’nin ilk yarısında yapılan mitinglerden sonra fikir değiştirdim. Bizdeki sivil toplumlarla, halka, millete dönük, sivil hedeflere ulaşılamayacağı gibi, bunlar daha devletçi, daha vatandaş haklarını kısıtlayıcı, demokrasi karşıtı ve sivillik şöyle dursun, devletten daha devletçi ve daha militaristti. Sivil toplum örgütleri, devleti yönetecek olan siyasi partilere halka dönük bir yön vermesi gerekirken, onların arka bahçesi olmuştu.
Demokratik sivil toplum örgütleri dediğimiz örgütler AKP’ye kızdığı ve tarikatlaştırılmış bir laikliği savunduğu için, çağdaş uygarlığa (AB’ye), demokrasiye ve milli iradenin tecellisine karşı çıkıyor ve içi boş bir cumhuriyetle, çağdışı ilkel bir anayasayı canla başla savunuyor ve dört elle sarılıyorlardı. Oysa laiklik için dışlanan bu kavramlar, laikliğin sebebi ve sonucu olan kavramlardı. Bunlar yoksa zaten laikliğe de gerek yoktu.
AKP devlet ise ona vatandaşlık hakları için karşı çıkmak, ferde daha fazla haklar sağlaması ve daha özgür bir ortam hazırlaması için karşı çıkmak, devlete karşı ferdin (vatandaşın) yanında yer almak, bir sivil toplum örgütünün olması gereken yer değil midir?
Ama ADD önderliğindeki bizim sivil toplum örgütleri, 2007’de düzenledikleri cumhuriyet mitinglerinde tam da tersini yaptı. Karısının başı Türbanlı birisi Çankaya’ya çıkamazın mücadelesini verdi. Ne çağdaş bir sistem ne demokrasi ne insan hakları ve özgürlüğü ne milli iradenin hâkimiyeti zurnanın son deliği bile değildi. Onlara göre AKP’yi yıkmak için bunların hepsinden vazgeçilebilir, hatta sistem daha da despotlaştırılabilirdi.
Oysa gerçek anlamda bir sivil toplumun iktidarla (AKP ile) mücadelesinin özü, hak ve özgürlükler, inadına demokrasi ve çağdaşlık olmalıydı. İlkel anayasamızın, insanı ve vatandaşlık haklarını esas alan çağdaş bir seviyeye çıkarılması, siyasi partiler yasasının milli iradeyi yönetime hâkim kılacak biçimde değiştirilmesi, kısacası cumhuriyetimizin içinin tamamen boşaltılması değil de içini çağdaş değerlerle doldurulması olmalıydı.
AKP ise o zamanlar AB kriterlerine uygun bir anayasa ve demokrasi istiyordu. Çünkü partinin kapatılmaması için buna ihtiyacı vardı. Demokrasiyi istedikleri istasyonda inebilecekleri bir tren olarak görüyorlardı. Nitekim bugün ülkeye, o zamanların kırık dökük demokrasisinin de kalmadığı bir tek adam sisteminin keyfiyetini dayattılar. Ve bugün sivil toplum suspus.
Neden devlete ve rejime karşı; yanlış olduğunu, haksız olduğunu düşündüğümüz durumları içimize sindiremeyip, milyonları bir araya getirip tepki koyabiliyoruz, karşı çıkabiliyoruz da kendimize yani insana yapılan haksızlık ve ihmal boyutunun da ötesindeki hareketlere, hakaretlere hatta kıyıma seyirci kalıyoruz? Sivil tolumun varlık nedeni devlete tapmak mı, halkı savunmak mı? Devleti savunacaksa sivil tolum olmasına gerek var mı? Devlet savaş halinde de onun için dış düşmana karşı devleti mi savunuyorsun? Vatandaş güçlü de devlet zayıf taraf mı? Devasa bir devlet gücü karşısında ferdin gücü nedir ki?
Bu soruların yanıtı, gerçek anlamda bir sivil toplum örgütlenmesidir elbet, ama sivil toplum bunu beceremeyince devlet tarikat ve cemaatleri kendi sivil toplumu olarak dayatmaktadır ki, tarikat ve cemaatten sivil toplum olmaz. Sivil toplumu tarikat ve cemaat olan ülkeler, iç barışını sağlayıp huzura kavuşamadığı gibi ebediyen çağdaş ülkelerin esiri ve sömürüsü altında yaşamaktan kurtulamaz.