Surlar, insanlık için belki de en sessiz ama en güçlü tanıkları. Yüzeyde sadece taş ve harçlar yapılmış gibi görünüyorlar ama içine dalınca bambaşka bir dünya buluyorsunuz.

O taşlarda, geçmişin yansımaları saklıdır. Şehrin kalkanı, halkın güvencesi, bazen de sırların mezarı olmuş…

Bir düşünün, Antalya'nın Kaleiçi'ni kirletmeden surlar, kim bilir kaç yüzyıl boyunca sunulan ilk ışıklarını karşılıyorlar mı? Kaç kez doğan bir günle birlikte şehrin kahkahalarını dinledi ya da kaç kez gece boyunca bir savaş alarmıyla uyanıp titreşti? İnsan hayal ettikçe, bu taş duvarların ne çok dosya barındırdığını fark ediyor düşününce…

Surların bir şehri korumak için yapıldı, evet. Onları inşa edenlerin aklında sadece düşman orduları yoktu. Aynı zamanda yaşayan insanları, onların huzurunu, bedelleri ve ömürlerine olan umutlarını koruyorlardı. Çünkü surlar, sadece fiziksel bir engel değildi. Onların bir şehrin sınırlarını çizer, tanımlayanları belirler, "biz" diye ifade edilen duyguyu pekiştirirdi

Zamanla her şey değişiyor. O sert taşlar, o sıradan kuleler artık düşman askerlerine değil, şimdi gece kulüplerine ev sahipliği yapıyor. Belki bir zamanlar devrime gezen askerlerin ayak sesleri yankılanıyordu o dar sokaklarda… Şimdi ise fotoğraf görüntülerinin gülüşleri doluyor. Surlar, eski kılıçların ve okların gücüyle dayanıyordu, şimdi ise zamana direnmek için insanların sevgisine ihtiyaç duyuyordu.

Ne yazık ki, çocuklarımız surlara sadece birer "eski yapı" gözüyle bakıyoruz. Belki de bu yüzden, onların hak ettikleri gibi koruyamıyoruz. Antalya'nın surlarını el ele örneği… Kaleiçi'nin sokaklarında dolaşırken bazen bol miktarda bulunurla kaplanmış, bazen de üzerindeki çatlaklarla yorgun bir savaşçıyı andıran taşlara rastlıyorsunuz. Bir köşede bakımsızlıktan dökülmeye yüz tutmuş duvarlar, diğer taraftaki restoranların ve otellerin ayrı ayrı sıkışıp kalan bölümleri... Tarihin sessiz tanıkları, biraz da bizim ihmalkârlığımız…

Oysa bu surlar sadece taş yığınları değil, birer hafıza deposu. Korumak demek, geçmişimizi ve varlığımızı korumak demek. Bunun için dev bütçelere gerek yok. Yalnızca bir parça özen, biraz ilgi ve belki de onların hikâyelerini öğrenmek için gösterilecek küçük bir çaba yeterli olacak.

Bir de işin duygusal boyutu var. Senaryoyu bir hayal etmek gerekiyor. Elinizdeki surların taşlarına koymanızı düşünün. Gözlerinizin geçmişini hayal edebilen. Belki o taşlar, binlerce yıl önce bir ustanın ellerinde şekillenmiştir. O ustanın işlerini bitirip ailesinin kavuştuğu günü, çocuklarına "bu surlar bir gün bizi ayırdığı" anısını düşünün.

Bir gün yolunuz Kaleiçi'ne düşerse, surların yanından hızla geçmekten vazgeçin. Bir an durun. Gözlerinizi o duvarlara dikip bakın. Belki de o fısıltıyı duyarsınız. O taşların boyutunda bir kahramanın hikâyesini, belki de unuttuğunuz bir şeyler fısıldıyordur kim bilir? Belki de o an, surların sadece geçmişin değil, aynı zamanda bugünün de bir parçası olduğunu hatırlatır sizlere…