Merhaba, Kaleiçi, tarihinde portakal çiçekleriyle nam salmış ve son yıllarda Bodrum benzeri begonvil çiçekleriyle bezenmiş muhteşem tarihi bir doku aslında. Sokaklarında üzülmeme rağmen her gün yürümekten keyif aldığım tek yer beklide.
Doğup büyüdüğüm yerden Antalya’ya geldiğim ilk yıllarda Kaleiçi sokaklarında kaybolmak benim vazgeçilmezimdi. İnanın bu sokakları hafızama almak yıllarımı aldı. Şimdilerde hemen her kestirme yolunu ezbere biliyorum desem yanlış olmaz. O yıllardan bugüne, çiçeğinden evine, sokağından işyerine, sürekli değişim içinde olmaya devam eden tarihi doku Kaleiçi’nde tek eksik ne biliyor musunuz? SANAT…
Tarihi evlerin içinde, sesleri ve yemek kokuları birbirine karışmış bar, restoran, meyhane, kafe gibi birçok işletmenin yanı sıra, oteller ve aynı malzemeleri satan hediyelik eşya dükkanları birlikte var olmaya çalışıyorlar. Var olmaya diyorum, çünkü her şey karma karışık… Yanmış bir bina ha yıkıldı ha yıkılacak ayakta durmaya çalışırken, yanında bir işletmenin son ses müziği yıkılmanın hızlanmasına yardım ettiğinden habersiz. Sandalyeler günümüz tabiriyle işgaliye ücretini ödediğinden, yayalara yürümek zulüm. Gelen geçen arabalar ise işin cabası. Yemek kokularının tütsü kokusuyla karıştığı bu dar sokaklarda incik, boncuk, magnet ve çini gibi aklınıza gelebilecek her türden hediyelik eşya satan dükkanlar var. Bu dükkanların hepsi birbirinin aynı. Onlara inat köşede kök boyası ile dokunmuş muhteşem eserleri olan kilim satıcıları…
Kaleiçi’nin tarihi dokusunun korunmasını çok istiyorum. Surların önlerinin binalarla kapatılmamasını, her yerin çiçeklendirilmesini, asla araba girmemesini, bu işgaliyenin kaldırılmasını istiyorum. Yıkılmaya yüz tutmuş binaların ya gerçekten belediyeler tarafından yıkılmasını ya da yıkılana kadar geçen sürede kötü görüntünün resimlerle kapatılmasını istiyorum. Ve yasaların herkese eşit işlemesini…
Gerçek anlamda sanat yapanlar dışında hiç kimsenin satış yapamayacağı el işi dükkanlarının ve atölyelerinin açılmasını, yurtiçi ve yurtdışından sanatçıların eserlerini rahatlıkla sergileyebileceği sanat galerisi istiyorum. Sokaklarında gezenlerin rahatsız edilmemesini, dondurmacının son ses bağırmamasını istiyorum. Şu an ki Kaleiçi sokakları bildiğiniz Hindistan gibi… Çanta satan havlu da satıyor ve hatta elma çayı da! Para kazanmak için binlerce oyun dönüyor belki bizim haberimiz olmadan. Ama Kaleiçi’nin sokakları her şeyi biliyor, görüyor, dinliyor ama dili yok anlatamıyor. Sadece yok olmaya yüz tutan taraflarını bize gösteriyor. Biz ise tüm gerçekliği görmezden geliyoruz.
Aslında Kaleiçi’ne girdiğimizde, dış dünyadan izole masalsı bir dokuya adım atmamız gerekmez miydi? Mesela, yasemin kokusuyla bezenmiş her yer çiçek ve yeşillik, tertemiz ve araç geçmeyen sokaklar, bağırmayan satıcılar, gerçekten sanat ürünü satan esnaf, barların sesinin dışarıya taşmadığı konuşabildiğimiz mekanlar, sandalyeye çarpmadan yürüdüğümüz ara yollar, aynı içeceğin her yerde aynı fiyat olması, kokuların birbirine karışmaması, esnafın esnaf bilinciyle komşusunun daima yanında olması, yerli ve yabancı turistlerimiz için bilgilendirici yön levhaları, sanat atölyeleri ve daha birçok şey…
Yaşanacak yer yaratmaya çalışırken, farklı kültürlerin çatışması sonucu ve paranın hakimiyeti ile ne yazık ki yaşanacak yerleri yaşanamayacak hale getiriyoruz. Antalya’nın incisi Kaleiçi, tarihi dokusuyla tüm dünya insanın aşık olduğu bir yerleşim yeri iken, betonlaşma ve düzensizlik yüzünden yavaş yavaş ölüyor aslında. Tarihimize, kentimize sahip çıkmak için buna bir son verip, Kaleiçi’ni ticarethane mantığından çıkarıp sanatsal dokunuşlarla yeniden yaşanabilir bir şekle dönüştürmemiz gerekir diye düşünüyorum. Sanatın en minik dokunuşuyla bile harikalar yaratabileceğini hepimiz biliyoruz.
Sizleri sanatla, renklerle, düşlerle, kentimize nasıl yararlı olabileceğimiz konusunda düşünmeye davet ediyorum. Kim bilir belki el birliği ile muhteşem işler başarırız…
Her değişime ayak uyduran doğanın bilgeliği ve sanatın ışığında yeniden görüşene dek sağlıkla ve sevgiyle…