Hayaliyle yaşadığım günlerde, aklıma geldiği her anda, her ortamda duygulanır ve ağlardım. Yaş aldıkça, Atatürk'ümüzü anma gününde bile ağlamayı bıraktım. Sevenlerini uyaran siren sesiyle yüreğim titredi ve çok duygulandım ama Atatürk'ü anlayabilmenin gereği ve önemini düşündüm.
Büyük ayrılığın yaşandığı gün geldi sayılır.
Bu 10 Kasım'ı da yine aynı geçireceğiz.
Türkiye'miz ve Dünyamızda olanlar ve içimizi sıkan olaylar hepimizin malûmu.
Bunun için de ben, Atam'ızı sürekli düşünmeye başladım.
O'nu her geçen gün çok daha fazla özlüyorum.
Yaptıkları tarihe geçti.
Topraklarımızda var olan medeniyet hırpalanmıştı. Köhne devri kapadı, yepyeni bir çağı armağan etti, çağdaşlığa adım attırdı Ulus'una...
Tabiatıyla vazgeçilmez olarak nakşoldu gönüllere...
Hangi tarihte ne tür koşullarda söylediğini, yapıldığını biliyoruz.
Her söylemi, eylemi. anlamlı ve değerliydi.
Binlercesini öğreti olarak sundu insanlığa...
Örnek mi buyurun
Ders gibi okutulacak cinsten...
Demiş ki;
Bu ülke Batı'nın emperyalizminden, Doğu'nun vicdan sömürüsünden kurtulursa, ancak o zaman aydınlık günlere kavuşur.
Yorumlama kabiliyeti olan alkışlar.
Günümüzde gördüklerimizle değerlendirmeyi yapalım yeter ki!
Biliyorsunuz Larousse Fransız sözlüğü.
Bu sözlük içinde de bir kelime var.
"DECAIPTER"
1931'de basılan sözlükte; boynunu vurmak şeklinde anlamlandırılmış.
Bir başka anlamı da, "kazığa oturtmak"
Adi, vahşi bir uygulama...
Açıklamaya gerek yok...
Sözlük kazığa oturtmak deyimini mana olarak açarken örnek sunmuş?!
"Türkler bugün de esirlerini kazığa oturturlar"
Bizi ilgilendiren öyküye geçelim.
Atatürk bunu öğrenir ve Fransız Büyükelçisi'ni yemeğe davet eder.
Büyükelçi havalara girer Atatürk'ün daveti ile!
Köşke gelir ve yemek yenir.
Atatürk elçiye sorar.
Kullanılan kelimenin anlamını biliyor musun?
Elçi bildiğini söyler...
Atatürk sorar; "Bir başka anlamı var mı?
Elçi; sözlüğe bakmasının gereğini açıklar.
Atatürk daha önce hazırlattığı ve çalışanlarına öğütlediği şekilde Larousse'u getirtir ve önüne koydurur.
Elçi, işin nereye kadar gideceğini bilmeden hevesle okumaya başlar.
Ancak"kazığa oturtmak" konusunda verilen örnek cümleye geldiğinde, yutkunur ve yarıya kadar okuyabilir.
Atatürk'ün yüzüne bakar!
Atatürk der ki;
"Demek ki biz
Türkler bugün de esirlerimizi kazığa oturtuyoruz öyle mi Sefir?
Sözlüğün üzerine böyle yazmışsınız, bu doğru mu?
Sefir, sözlüğü biraz karıştırır ve bir kaçamak noktası bulur ve der ki; "Efendim bu sözlük; Katolik Kilisesi'nin matbaasında basılmış, bildiğiniz gibi biz laik ülkeyiz, kilisenin yaptıklarının bizim hükümetimizle bir ilgisi yok. Bizi ilgilendirmez ve biz kiliseye karışamayız"
Atatürk:
"Öyle mi efendim, siz laik bir ülke olduğunuz için demek ki kiliselere karışamıyorsunuz. Öyleyse ben de yarından itibaren İstanbul"daki kiliselerin kapılarına koca birer kilit astırıyorum" der.
Bunu duyan Sefir, birden ayağa kalkar ve; ""Ekselans, protesto ederiz"" diye ülkesi adına tavır geliştirir.
Bunun üzerine Atatürk;
"Hani sizi ilgilendirmiyordu, karışmıyordunuz? sorusunu yöneltir.
Tüm ilgililere döner,
"Sefir'e yolu gösterin" der.
Adeta kovar.
Sonra ne mi olur?
Fransız hükümeti; laiklik söylemlerini bir tarafa bırakır, hemen o sözlük toplatılır ve yeni baskısından o cümle çıkartılır.
Duygulandık değil mi?
Dünya lideri olmak!!!
Dillere pelesenk son yıllarda...
Söylendiği yerde duyan oldum sayıyor kendini.
Büyüksün diyenlere bile uyarıda bulunan, her düşündüğünü dünya ve ülke gerçeklerine uygun ve yakışan şekilde uygulayan
Atatürk'ümüz neden büyük anlaşılıyor değil mi?
Tarihe not olarak kazınan örnekler böyle tanımlıyor, büyüğü, büyüklüğü...
İzinden ayrılmayacağız ATA'm....
Sağlıklı ve esen kalın...