Çorum Müzesi, Geç Dönem Osmanlı Mimari özellikleri taşıyan çok güzel bir binada bulunmaktadır.
1914 yılında yapılan ve Makine Meslek Yüksek Okulu olarak kullanılan binanın dış cephesi korunarak restore edildikten sonra 2001 yılında müze olarak hizmete girmiş.
Ben öğleden sonra Tokat’a geçeceğim için sabah öncelikle müzeyi gezmek istiyordum. Sırt çantamı resepsiyon görevlisine teslim edip otelden çıkışımı yaptıktan sonra bir fırında simit çay ile kahvaltımı yapar yapmaz müze yönünde yürümeye başladım. Müzeye vardığımda açılmasına daha 30 dakikadan fazla süre vardı. Kapıdaki görevli bahçede dolaşabilirsin diye beni içeri aldı. Bahçe epeyce büyük ve tarihi eserlerle doluydu. Süreyi bahçedeki eserlere bakıp fotoğraflarını çekerek geçirdim.
Müze açılınca da ilk ziyaretçisiydim. Önce arkeoloji müzesini gezdim. Burada da eserler Boğazkale’deki gibi Bakır-taş çağı dediğimiz Kalkolitik Dönemden günümüze doğru bir sıralanışla sergilenmiş. Sonrasında Tunç Çağı (M.Ö. 3000-2000) Anadolu’nun Hatti, Luvi ve Asur Ticaret kolonileri dönemi ve sonrasında Hititler. Bunları mutlaka fotoğraflarla anlatmak gerekir ki, fotoğrafları yazının Facebook paylaşımına koydum.
Ve zaman… O her şeye hakim olan kavram… Evrende var olan her şeyi başlatan ve bitiren, her şeyi nötrleştiren en büyük alan... Yaşadığımız an… Ayrıca dünya yuvarlak ve hiç durmadan dönüyor. İşte bu döngü dünyanın matematiksel hareketliliğinden farklı olarak insanların ve insanlığın da döngüsüdür. Bugünün işgalcileri, üstte duran efendileri refahın rahatlığına kapılır bir süre sonra alta düşer ve alttakiler canla başla çalışarak üste çıkar. Tarih dediğimiz zaman şeridi bunların örnekleriyle doludur.
Çünkü insanları ayıran temel faktör din ve kültürdür. Yoksa insanların biyolojik ve fizyolojik yapıları açısından birbirinden bir farkı yoktur. İşte bu yüzden zaman içinde dinler ve kültürler birbiri içinde eridikçe farklılıklar kaybolur, insanlar karışıp kaynaşarak o ülkenin halkı olur. Anadolu halkı da bu biçimde çok farklı halkların karışıp kaynaşmasıyla oluşmuş tek bir halk ve tek tip bir insandır. Öyle ki ben dünyanın neresine gittiysem ve nerede birisine bu Anadolu insanı dediysem sonuç hep doğru çıktı.
Örneğin Sydney’de bir AVM’de “Bu bizden” dediğim kadına sordum, Mardinli bir Süryani idi. Paris’te gördüğüm ve bu Anadolu insanı dediğim bir kadın ise Maraşlı bir Kürt idi. Vladikafkas’ta gördüğüm ve kesin Anadolulu dediğim orta yaşlı adam ise Ağrı kökenli bir Ermeni idi. Singapur’da polise derdini anlamaya çalışan yaşlı bir çift görünce bunlar Anadolu insanı diye yanlarına gittiğim ve benden yardım isteyen yaşlı karı koca Çorumlu ve Türk idi.
Sonuç olarak diyebilirim ki Anadolu, üzerinde yaşayan insanları o kadar Anadolulaştırmıştır ki, içeride fark edilmese bile dışarı çıkınca bu hemen fark ediliyor. Yani bugünkü Anadolu insanı Hatti, Luvi, Hitit, Kar, Lelek, M.Ö. 1200’lerde başlayan göçlerle gelen İyon, Firik, Lidya vs halkların Helenistik Dönemde Grekleşip Roma’da Latinleşemeyince Bizans’ta Grek kültürünün yerleştiği, arkasından İslam ve Türklerle harmanlanarak kendine özgü bir kültür ırkı oluşturduğunu düşündüm. Ve ben buna Anadolu ırkı diyorum.
Irk yok, cins yok,
Renk yok Anadolu’mda.
Anadolu, herkesi
İçinde eriten bir pota.
Kimliğimiz, kişiliğimiz, karakterimiz
Bağlar bizi
Anadolu denilen tek bir ırka.
Anadolu, alnımıza vurulmuş
Ortak damga.