Orta Doğu terimi ilk olarak 20. yüzyılın başında İngiliz sömürgeciliği tarafından bölgeye has bir kavram olarak kullanılmış ve giderek yaygınlık kazanmıştır. Orta Doğu, Afrika-Avrasya’da kıtalar arası bir bölgedir.
İnsanlığın evrensel mirasına çok şey katmış olan yeryüzünün bu önemli coğrafyasının sınırları her zaman tartışma konusu olmuştur. Bununla birlikte, dar anlamıyla Suudi Arabistan ile Hindistan arası (Türkiye, Mezopotamya, İran, Mısır, Arap Yarımadası ve Körfez ülkeleri) bölge, Orta Doğu olarak ifade edilmiştir. Geniş anlamıyla “Kuzey Afrika ve Fas’tan Afganistan’a kadar” olan bölge olarak anlaşılmaktadır.
Orta Doğu’da ekonomi deyince ilk akla gelen şeylerden biri petroldür. Bölgede ilk defa 1900’lerin başlarında bulunan petrol, kısa süre içerisinde stratejik bir ürüne dönüşmüştür. Orta Doğu ülkeleri bir bütün olarak dünya petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık olarak yarısına sahiptir. Zaten bu durum tek başına Orta Doğu’yu önemli kılmaktadır. Bu durum hem ülke içindeki siyasetin hem de uluslararası siyasetin seyrinde etkili olmuştur.
20. yüzyılın başında daha çok İngiliz sömürgeciliğinin arka bahçesi olan bölge, soğuk savaş dönemi boyunca ABD-SSCB rekabetine sahne olmuştur. 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çözülerek dağılması iki kutuplu yapının da sona ermesine yol açmıştır. ABD’nin başını çektiği emperyalist kapitalist sistem, tek kutuplu dünyanın başladığını ilan etti. Böylece soğuk savaş döneminin tüm dünyada (ekonomik, siyasi, askeri alanlarda) yarattığı uluslararası denge diplomasisine dayalı sistem ortadan kalkmış ve yerini belirsizliğe, tehditlerin de önceden görülemediği bir düzene bırakmıştır.
Emperyalist kapitalist sistemin bu tek kutuplu dünyası, çok boyutlu ve hala etkileri devam eden 2008 krizi ile parçalandı. Dünya yeni güç dengeleri ile yeniden paylaşıma soyundu.
Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra ABD, diğer kapitalist güçlere ve bölgesel güçlere rağmen Orta Doğu’da etki alanını genişleterek İsrail ile birlikte bir hegemonya kurmaya çalıştı.
İsrail devleti 1948’de kuruldu. Filistin davasının yaklaşık 75yıllık bir mücadelesi var. Onlu yıllar boyunca İsrail tarafından Filistinlilere yönelik saldırılar, baskı, tecrit ve zulüm, mülksüzleştirme ve yerinden etme politikaları devam etti. Ezilen, öldürülen, açlığa mahkum edilen halk, hâlâ ağır bedeller ödüyor.
Orta Doğu’nun 75 yıldır barışa kavuşamamasının, akan kanın durmamasının asıl sorumluları başta ABD olmak üzere İsrail’in saldırılarına her koşulda destek veren, onaylayan AB’li emperyalistlerdir. Orta Doğu’yu kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmek isterken bölgede çözümsüzlüğü ve istikrarsızlığı sürekli kılmışlardır.
Bölgeye hâkim olmak için halklara demokrasi ve özgürlükler vaat ederek yürüttükleri kirli savaş oyunlarıyla bölge halklarına “Arap Baharı” cehennemini yaşattılar. Mısır, Tunus ve Libya’da iç savaşlar yaşandı ve rejimler yıkıldı. Emperyalist güçlerin körüklediği iç savaşların sonucunda on binlerce kişi hayatını kaybetti.
Bugün başta Ukrayna ve Orta Doğu, Kafkasya olmak üzere dünyanın başka yerlerinde yaşanan bölgesel savaşların nedeni, büyük emperyalist güçlerin (ABD, AB, Rusya, Çin) hegemonya mücadelesidir.
ABD özellikle 2015’ten sonra Orta Doğu’nun eski önemini yitirdiğini düşünerek yeni bir strateji geliştirdi. Hedefi bir yandan rakip gördüğü Çin’in yükselişini engellemek, diğer yandan İsrail’in güvenliğini sağlama amaçlı Orta Doğu’da müttefikleri ile bir askeri savunma gücü oluşturmaktı. Böylece İsrail merkezli İran karşıtı oluşacak bu güç ile bölgede varlığını sürdürecek ve Çin’i çevrelemek için de kendi askeri gücünü Asya-Pasifik bölgesine aktaracaktı.
ABD bu stratejinin hayat bulması için İsrail ile birlikte BAE, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Umman’a ortak askeri tatbikatlar bile yaptırdı. Arap devletleri İsrail ile normalleşme yolunda adımlar atmaya başladılar. 2020 yılında BAE, Bahreyn ve İsrail arasında Abraham Anlaşmaları imzalandı. ABD’nin Ortad Doğu’da inşa etmeye çalıştığı proje, Çin’in müdahalesiyle darbe aldı. Çin’in Mart 2023’de Suudi Arabistan’ı ikna etmesiyle Suudi Arabistan – İran görüşmesi gerçekleşti. Ardından haziran ayı içinde İran, Suudi Arabistan, BAE ve Umman’ın Basra Körfezi’nde deniz güvenliği konusunda Çin İle ortak bir deniz gücü kurulması görüşmelerine başladı. Bu gelişme bana göre bölgede, Orta Doğu’da ABD emperyalizmine dayalı düzenin sarsıldığını ve dengelerin değişeceğini göstermesi bakımından çok önemliydi.
Başını Hamas’ın çektiği çeşitli Filistinli örgütler 7 Ekim günü İsrail’e yönelik bir saldırı başlattılar. Kimi askeri uzmanlar ve stratejistler 11 Eylül benzetmesi yaparak Orta Doğu’nun yeni olaylara gebe olduğunun, savaşın İran’a doğru evrilebileceğinin analizini yaptılar. Savaşın İran’a kadar sirayet etmesi ve ABD’nin de savaşın içerisine girmesi bana göre en kötü senaryo.
Bu saldırı nereye evrilebilir?
Hamas belki de yıllarca sürecek ve Orta Doğu’yu ateş çemberine çevirecek bir savaşın fitilini ateşledi.
Belki de ABD, rafa kaldırdığı İran Seferi projesini yeniden devreye sokabilir mi?
Bu savaşın zamana yayılacak olası etkilerini yukarıdaki fotoğraf ve dünya konjoktürü üzerinden okumaya çalışalım.
Bugün, her şeyden önce dünyada 11 Eylül koşulları yok. Hastanenin bombalanmasından sonra İsrail’e tepkiler tüm dünyada çığ gibi büyüdü. Savaşın gidişatını uluslararası tepkilerin gücü belirleyecektir. Yukarıdaki nedenlerden dolayı savaşın İran’a doğru sıçrama riski yok gibi görünebilir. Fakat yine de unutmayalım ki yaşadığımız coğrafya Netanyahu gibi liderler barındırıyor.
Aksa Tufanı öyle bir dönemde gerçekleşti ki, ABD’nin Orta Doğu’daki bütün beklentilerini yok etti. Tüm planları alt üst oldu. Şu an için Ukrayna – Rusya savaşı, ABD’nin merkezinde. Bundan başka cephe istemiyor diye düşünüyorum. Savaşında “Gazze” odaklı kalarak zaman içinde sönümleneceğine inanıyorum.
ABD Emperyalist kapitalist sistemin jandarmalığına soyunsa da oluşan yeni güç dengeleriyle tek kutuplu dünya çoktan sona erdi. ABD’nin ne Geniş Orta Doğu Projesi uygulayacak dermanı ne de İran seferine çıkacak gücü var.