Antik kentleri gezerken hep şu soruyu soruyorum, ‘Bu eski yapılar nasıl oluyor da bu kadar zaman ayakta kalıyor?’
Sorunun binlerce yıl öncesinden kalma taş köprüler, saraylar, tapınaklar ve birçok eser binlerce yıl boyunca ayakta kalabiliyor. İşin sırrı ne?
Öncelikle, geçmiştekiler işlerini şansa bırakmamış neyi nasıl yapacaklarını bilmişler. Rastgele bir taşı alıp yerine koymamışlar. Örneğin; Mısır’daki piramitler… O taşların ağırlığı 2,5 ton civarında ve her biri milimetrik ölçülerle yerleştirilmiş. Şimdi düşünün, taşları birbirine bu kadar mükemmel oturtunca, “aman harç çatladı, binayı su bastı” gibi dertler yaşanmamış.
Bir de malzeme kalitesi var tabii. Romalılar en bilindik yapı malzemesi olan “pozzolana” denen bir volkanik kül kullanarak beton yapmış. O beton, deniz suyuyla temas ettikçe güçlenmiş. Bugün aynı betonu yapsak, “Bu beton minimum 2000 yıl dayanır” diye sertifika verirlerdi herhalde... Şimdikiler iki sallantıda yıkılıp gidiyor.
Yalnızca mesele malzeme değil eski ustaların bilgileri, sabırları, taş oyulacaksa günlerce uğraşırlardı... Zanaatkâr olmak bir onurmuş, yaptığı işi torunlarına göstermek için yaparlarmış. Şimdi ise her şey hızlı, ekonomik, seri üretim… Belki de ruh katma olayını unuttuk değil mi?
Bir de coğrafya bilgisi önemli. O dönemin insanları doğaya kulak verirmiş. Rüzgâr nereden eser? Hangi taş nemlenmez? Hangi ahşap çürümez? Örneğin günümüzde birçok Selçuklu kervansarayı hâlâ dimdik çünkü taşlar, iklimine göre seçilmiş. Bugün ise çoğu bina “tek tip”… Antalya’daki bina ile Erzurum’daki aynı malzemeden yapılınca farklı olur.
Eski yapıların hikâyeleri var. Her bir taş, her bir kemer bir anlam taşıyor. Belki o yapılar ayakta kalmak için direniyor, çünkü yaşadıkları tarihi unutmak istemiyorlar. Biz modern binalar yapıyoruz ama içine ruh koymayı unutuyoruz…
O yapılarda yaşanmışlıklar var…