Merhaba

Uzun yıllar önce yaşamak için Antalya’yı seçtiğimde sıcağı dışında uzun süreli yağan yağmurları vardı. Öyle bir gün iki gün değil, günlerce yağardı. Çamaşırlar kurumazdı, ayakkabılar hep ıslaktı, evler gri bir gökyüzü altında nem içindeydi ama çok nadir yaşanırdı su baskınları. Hem de o yağmurlara rağmen.

Antalya’nın ünlü yağmurlarıyla tanışıp, uzun süre ıslanmaya maruz kalan biri olarak arkadaşlarla sohbetimizde öğrendim yağmurdan kaçan Valiyi. Anlatılanlar ne kadar doğrudur bilemem ama kente atanan Vali Bey günlerce bıktırırak yağan yağmurlar sonrası Antalya’dan tayinini istemiş. Ve sonrasında telefonla arayarak sormuş arkadaşlarına hala yağmur yağıyor mu diye. Şaka bir yana benim geldiğim yıllarda da yağmur durmamacasına yağardı.

Yeşille mavinin buluştuğu doğa evleri imzalı inşaatlar başlayana, müstakil evler apartmanlara yenik düşene kadar yağmur damlaları toprakla buluştu bu kentte. Müstakil evden, topraktan bıktım temizle temizle bitmiyor diyen büyüklerimiz kocaman katlı apartmanların sahipleri oldular ama yüzlerce ağacın kesilmesine göz yumarak. Ve ardından çevre düzenlemesi, oto park derken betonla üstü kaplanan toprak…

Düşünsenize üzeriniz ziftle kaplansa bedeniniz nefes alabilir mi? Nefes almayı bırakın, ölürsünüz… İşte doğa da ölüyor artık. Ve aslında sıklıkla yaşanan depremler, kovayla dökülürcesine yağan yağmurlar bu hızlı ölümün ayak izleri. Ama tabii ki anlayana…

Yaşadığım mahallenin hemen her köşesi kentsel dönüşüm adı altında çarpık bir evrimle yaşarken, baharın müjdecisi minik papatyalar toprakla buluşmak için yer arıyor. Ama minik papatyanın yaşadığı tıpkı şu örnek gibi, toprağın derininden çıkmak isterken betona çarpmak ve oracıkta unutmak mavi gökyüzünü. Her yer betonla, binayla, ziftle, insanla, arabayla doluyken ölmek üzere olan mavi küçük gezegeni hala bir yük hayvanı gibi kullanmak isteyen zihniyetler yüzünden yağmur gidecek yer bulamıyor. Damlalar bir yerde buluşamıyor ki birlikte denize ulaşsın, nehirlere aksın. Damlalar beton zemin üstünde bir çanağı doldururcasına çoğalıyor ve yükseliyor.

Doğa annenin evlatları olan insanoğlu, annesine zarar verecek derecede uzaklaşmış durumda topraktan. Hafta sonu pikniği, mangalı dışında umursanmayan doğa insanlara kendini hatırlatmak için uyarılarına devam ederken insan hala görmezden gelerek kesmeye, yakmaya, yok etmeye devam ediyor. Hem de beton bir bina için…

Antalya’mız son zamanlarda aldığı yağmurlarla bir afet yerine dönüştü. Birçok insanın evsiz kaldığı, iş yerlerinin su içinde yüzdüğü, yollarda arabaları bırakın insanın yürüyemediği, mazgalların yetmediği, alt geçitlerin ağzına kadar suyla dolduğu sanki göksel bir kovayla dökülen yağmur sularının içinde madur olduk. Ekonomik durumu olmayan insanlar yokluklarına yokluk katarken, siyasi söylemler içinde kaybolup gittiler yine. Sonuç olarak insan eliyle yok edilen doğa, insana kendi dilinden konuşup cezasını vermeye başladı.

İnsanların küçük evlere sığabildiği, eşyanın hükmünün kaybolduğu, kuşların ağaçsız kalmadığı,  sokakların çiçek kokularıyla bezendiği, yağmur damlacıklarının toprakla buluşabildiği zamanlarda yaşayabilmek dileğiyle…

Her değişime ayak uyduran doğanın bilgeliği ve sanatın ışığında yeniden görüşene dek sağlıkla ve sevgiyle…